1906 yılında henüz 'Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasına 8 sene varken Türk Milletinin içinde bulunduğu zor zamanlarla ilgili Bulgar İvan Manelof ile Selanik’te yaptığı sohbet esnasında şunları söylemişti; "Bir gün gelecek, ben, hayal olarak kabul ettiğiniz bu inkılapları başaracağım. Mensup olduğum Türk Milleti bana inanacaktır. Düşündüklerim demagoji mahsulü değildir. Bu millet gerçeği görünce arkasından yürür. Saltanat ortadan kalkacaktır. Devlet mütecanis (tek çeşit) bir unsura dayanamayacaktır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılacaktır. Batı medeniyetine döneceğiz. Batı medeniyetine girmemize engel olan yazıyı atarak, Latin kökünden alfabe seçilecektir. Kadın ve erkek arasındaki farklar kalkacaktır. Emin olunuz ki hepsi bir bir olacaktır…"  Çanakkale Savaşı sırasında Nablus Karargahı'nda ikinci defa yedinci Kolordu Kumandanı Olan Mustafa Kemal, "Yataktan kalktım, giyindim. İş odasına girerek bir muharebe emri yazdım."  Emirde şunlar yazıyordu:  "Düşman 19 Eylül akşamı taarruz edecektir." "Sonra bu emre alınması gereken tedbirleri ilave ettim. Bu emri Grup kumandanı olan Liman Fon Sanders Paşa'ya da gönderdim. Çok hürmet ettiğim bu zat, benim raporuma gülmüş ve 'ihtiyattan zarar gelmez" diye bana da bir şey söylemeye lüzum görmemişti."  19 Eylül gecesi kolordu kumandanlarını telefon başında çağırarak verdiği emirlerin ve alınması gereken tedbirlerin yerine getirilip getirilmediğini sordu. Kendisine tüm tedbirlerin alındığı bildirildi. Ancak ne yazık ki, kolordu kumandanları da böyle bir emri ciddiye almamışlar ve gerekli hiç bir önlemi almamışlardı. Mustafa Kemal gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığını öğrenmek için bir müddet sonra telefon açtı… Olayın sonucunu yine Mustafa Kemal'den dinleyelim:  "Ben daha telefon konuşmamı bitirmeden, düşman topçusu muharebe hattımız üzerine ateş etmeye başladı. Gece muharebe ile geçti. Benim ordumun sağ cenahındaki ordu yarıldı, esir oldu ve boş kalan cepheden geçen düşman süvarileri Leyman Fon Sanders'in karargahını bastı. Hakikat anlaşılmıştı. Fakat neye yarar…"  "Ben Türk'ün imkansızı imkan haline getiren kudretini bütün dünyaya göstermek için Ankara'yı istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar yeşil agaçların çevirdiği villalar arasından uzanan yeşil sahalar, asfaltlar ve binalarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz, yakında olacak…"  Ankara 13 Ekim'de başkent oldu. Bazı Batılı devletler Ankara'nın nüfusu ve kırsallığı yüzünden büyükelçi göndermeyeceklerini açıklamalarına rağmen karar değişmedi.  "Sinema, gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi bize basit bir eğlence gibi gelen eğlence olan radyo ve sinema bir çeyrek asra kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir. Japonya'daki kadın, Amerika'daki zenci, Eskimo'nun ne dediğini anlayacaktır. Tek ve birleşik bir dünyayı hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında tarihte devirler açan matbaa, barut, Amerika'nın keşfi gibi olaylar oyuncak nispetinde kalacaktır."  Bu sözler radyonun emekleme, sinemada ise yeni yeni çalışmalar yapıldığı bir dönemde ifade edilmiştir.  1936 yilinda Atatürk her zamanki gibi Çankaya'daki akşam yemeklerinde ülkenin sorunlarını konuşurken, "Yurtta Sulh, Cihan'da Sulha sarılın.Çünkü 60 yıl sonra Rusya 60 parça olacak. Bu nesil Bolşevik ihtilali yaptı. Kan kussa,kızılcık yedim der. Oğulları da babalarının istikametinde gider. Ama ondan sonraki nesil Rusya'yı 60 parçaya böler…"  Bu sözlerin söylendiği 1936 yıllarını şöyle bir hatırlarsak. Henüz daha İkinci Dünya Savaşı çıkmamış ve Rusya büyük bir güç olmamışken bu söz söylenmiştir. Anlattığı şeyler 64 yıl sonra gerçekleşmiştir. Atatürk devam etmiştir: "Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün Rusya'nın elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz, bizim onlara yaklaşmamız gereklidir. Rusya bir gün dağılacaktır. O zaman Türkiye onlar için örnek bir ülke olacaktır." "Bir Balkan Birliği'ne lüzum vardır. Beni bırakınız ki fırkamın lideri olarak Balkanlar'da bir seyahat yapayım. Balkan devlet adamlarıyla konuşayım ve efkarı umumiyeyi hazırlayayım. Dünyanın ufuklarında kara bulutlar görüyorum. Balkan Birliği kurulabilirse, bir Avrupa Birliği'ne yol açılabilir. Batı devletleri de er geç birleşmiş olacaklardır." Avrupa Birliği düşüncesi ilk olarak ancak İkinci Dünya savaşı sonrasında ortaya çıkabilmiştir. 1960'ların başında Batı ülkeleri tarafından üzerinde konuşulmaya başlanmış olan bu düşünce 1980'lere gelindiğinde ancak genişlemeye başlayabilmiştir. İngiliz donanması İstanbul kıyılarına demir attığı zaman, onlara bakıp keskin ve net bir ifade ile “Geldikleri gibi giderler demiştir.” Bu köşeye sığmayacak kadar çok öngörü söylemleri ile ortaya atılmış ve zaman içinde vuku bulmuştur. Bu kadar şeyi Atatürk bir kahindi, geleceği görüyordu gibi mesnetsiz bir sonuca bağlamak için anlatmadım elbette. Atatürk müthiş bir zekaya sahip, olayları çok ince ayrıntıları ile görüp aklı ile geleceğe dair yorumlayabilen ender bir siyasetçiydi. Varacağım sonuç şudur ki; Son yıllarda özellikle sıkı Atatürkçü olduğunu dile getirip ülkenin battığını, bittiğini cumhuriyetin yıkıma gittiğini söyleyenler unutmamalı ki,  “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.”