Her yolun bir hikayesi vardır. Yazılmayan, okunmayan bir hikaye. Tamamen hayatın kendisi olan bir hikaye. Bu sebepledir ki ne zaman yola revan olsam yolculara bakar onların hikayesini tahmin etmeye çalışırım. Yolda olan herkes yüzünde aynı tavrı takınır genel olarak. Ancak dikkatli bakarsanız farklı ifadeleri görebilirsiniz. Her ifade kendi hikayesinin ip uçlarını verir. Her yol bir yere gider.
İki yolcu birbiriyle sohbet etse ilk soru yolun nereye olduğudur. Oysaki bir yere giden her yol, başka bir yerden gelmektedir. İşte asıl hikaye gidilen yerden ziyade gelinen yerle ilgilidir. Arkada bırakılanlar hikayenin baş kahramanlarıdır. İstisnalar kaideyi bozmaz çoğu yol hikayesi böyledir. Bir yere giden her yolun belli mola noktaları vardır. Otobüs yolculuklarında bu mola yerleri iktisadi ve nakdi eylem planı çerçevesinde önceden belirlenmiş olan ve hikayeye hiç bir katkısı bulunmayan dinlenme tesisleridir. Eğer bireysel bir gece yolculuğu yapılıyorsa en iyi mola yeri sabahçı kahveleridir. Her yol hikayesinin kendi iç hikayesidir sabahçı kahveleri. Arda kalanları bırakıp yazılan hikayelerin içine hep orada olanların hikayeleri karışır. İçinize hasreti iliştirip geride bıraktığınız kilometreleri eklediğiniz duygularınız o sabahçı kahvesine girdiğiniz anda sizinle birlikte mola verir. Kendi hikayenizden çok orada mukim olanlara ilgi duyarsınız. Onları anlamaya çalışır onları gözlemler sohbet etmek istersiniz. Çünkü yola revan olmuş bir yolcuysanız eğer, hep yerleşik muhabbetleri duymak ister kulaklarınız. Gönlünüz gidişe değil kalışa hasrettir.
Sabahçı kahveleri her daim sıcaktır. O sıcaklık kahvenin ortasında yanan sobadan ziyade içinden geçen yolcuların ve oranın yerleşik insanlarının sessizliğinden gelir. Sessizlik her ne kadar soğuk ve itici bir çağrışım yapsa da bu mekana sıcaklık katar. Çünkü bilirsiniz ki o sessizlik altında çığlıklar vardır. O çığlıklar acının kederin değil huzurun çığlığıdır. İşte bu sebeple sessizliğin ısıttığı tek yer sabahçı kahveleridir. Sessizliğin ortasında çay kaşığının ince belli bardakla yaptığı her temas, en güzel şarkıların nağmeleri gibidir. Sanki bir konser dinler gibi dinlersiniz o nağmeleri, aklınızda film gibi izlediğiniz kendi yol hikayenizle birlikte.
Şimdi bazıları bu yazdıklarımı okuyunca, altı üstü bir kahvehane için ne çok ajitasyon yaptı diyecek. Belki haklıdırlar ama benim ve benim kuşağım için sebep şu. Dünyanın ve ülkemizin yaşam şekli açısından geldiği nokta maalesef daha az duygu, daha az hayal, daha çok meta. Son zamanların en çok konuşulan konunun METAVERSE EVRENİ olması da eminim bir tesadüften ibarettir. Birileri insanlığı META bir yaşayışa hızla sürüklemekte. Z kuşağı diye etiketledikleri genç kuşak bu META evrene hazır bir şekilde doğdu. Bu kuşağı etiketleyebilmek ve bu META evrene hazırlamak içinse bizim duygusal kuşağımızın duygularını çok güzel kullandılar. İlk önce bizi biz yapan şeyin duygularımız olduğunu unutturdular. Bizi ve hayatımızı teknolojiye boğup bizin doğamızdan uzaklaştırdılar. Bizde sandık ki daha ileri teknoloji daha güzel bir yaşam getirecek. Kandırıldık; Bize teknoloji ile sundukları rahat hayat ütopyasının insanlığımızı elimizden almak olduğunu ne yazık hala daha birçoğumuz farkında değil. Birilerinin bizim için iyi ve doğru olanı yaptığını söyleyip bizi bu köleliğe ikna edebilmesine çok kolay ikna olduk. Öyle ki bu söylediklerimi okuduğu zaman kötü adamın ben olduğunu düşünecek bir çok insan var. Kendi isteği ve rızası ile kendi yaşam sınırlarını başkalarına belirleten bu embesiller, hala daha doğrudan ve iyiden yana olduklarını sanıp, yaşadıklarını zannederek etrafımızda dolaşıyorlar. Oysaki benim hikayem yukarıda anlattığım duygularda saklıdır. Bir yere giden yola attığım ilk adımda bu duygular coşmaya başlamayacaksa eğer, ben ve etrafım o birilerinin şekillendirdiği META evrenin duygusuz robatoları olacaksa, isterim ki bu dünya size kalsın. Beni duygularımla beraber gömün o sabahçı kahvesine. En azından bir gün yattığım yerde bir hikayeye paydaş olup ismim olmasa da fikrim yaşamaya devam eder.