Seçim sürecinin tüm hararetiyle devam ettiği şu günlerde, sıcak havalar da kendini göstermeye başladı. Hayırlısı neyse o olsun. Defalarca yazdık, söyledik, dillendirdik...
Sizlerin de bildiği gibi en büyük korkumuz kuraklıktır.
Adam diksen adam çıkar denilen bu verimli toprakların suya hasret kaldığını düşünsenize.
Felaketin felaketi olur.
Geçen yıl özellikle bizim bölgelerde sıcaklığın tavan yapmıştı. Küçücük bir esintiye ‘oh be!’ dediğimiz ve kavrulduğumuz günleri hatırlamamak mümkün mü? Neyse ki bu kış iyi yağış oldu ve barajlarımız doldu diye sevinçliyiz belki ama bu, bu sene kuraklık olmayacak anlamına gelmez. Ormanlık arazilerin tarım arazilerine dönüştürülmesi amacıyla bütün dağlarımız iş makinalarıyla dolması,
Bilim dışı yapılan orman ve makilik katliamı doğal dengenin bozulmasına yol açıyor. Bu ve bunun gibi sebeplerden, geçtiğimiz günlerde az da olsa yağan yağmurların çamur halinde şehir merkezlerinde afete yol açtığını hepimiz şahit olduk. Sadece ülkemizde değil dünyanın en büyük sorununun kuraklık olduğunu aklımızdan bir dakika bile çıkarmamalıyız. Evlerdeki ve işyerlerindeki hoyratça su kullanımı ve vahşi tarım sulamaları gibi baş etkenler bizlere kuraklığa bir adım daha yaklaştırıyor.
Suyun olmadığı yerde kavga olur kargaşa olur.
Su, insan hayatının var oluş iksiri olduğu gibi, bütün canlıların da öz kaynağıdır. Su, hayatımızdaki en önemli yaşam mucizedir. Fiziksel ve ruhsal temizlenmenin olmazsa olmazıdır. Yıllardır Büyük Menderes Nehri ile ilgili makaleler yazdık, çözüm önerilerimizle birlikte yetkililere sunduk. Hatta bu iş için görevli olan mühendis arkadaşlara da bilgimiz ve araştırma sonuçlarımızı yazılı belge olarak yayınladık.
Ama nafile. Ne Menderes nehrinin ıslahı ne temizliği ne de jeotermal ve fabrika atıklarını durdurabildik.
Menderes yine aynı Menderes… Sulama kanallarından akan sular hala katran karası. Biz yazarken, çizerken doğa yine öcünü almaya başladı biz insanoğlundan. Kuraklıkla mücadelede en önemli etkenlerden birinin de toplumların değerler eğitiminin içine ‘suya saygı’ eğitiminin de yerleştirilmesinden geçeceğini düşünüyorum.
Hemen hemen her toplumda nesilden nesile gelişen, bilinçli veya bilinçsizce öğretilen bir değerler eğitimi vardır.
Örneğin bir öz eleştiride bulunmak istiyorum. Benim çocuklarıma servetler vaat etseniz, bir ekmeği çiğnetemezsiniz, Beşiktaş’tan vazgeçiremezsiniz. Bayrağı yerde bıraktıramazsınız. Domuz eti yediremezsiniz.
Ben dahil, biz bu değerler eğitiminin içinde ‘suyu bilinçli ve idareli kullanma’ eğitimini de gereğince vermiş olsaydık kuraklıkla mücadele etmemiz daha kolay olurdu. Ekmek kutsal da su kutsal değil mi?
Su olmadan yaşam mı olur?
Aksine ekmek olmadan başka besinlerle yaşanabilir ancak susuz?
Ekmemeği yerde gördüğünde üç kez öpüp başına koyduktan sonra yüksekçe bir yere koyan toplum, gözünün önündeki şırıl şırıl akan musluğu kapatmadıkça, kuraklıkla mücadele edemeyiz arkadaş! Bu büyük bir felaket ey millet!
Kuraklıkla mücadele etmek gerek!
O bizi ve memleketimizi bitirmeden!
Sağlıcakla…