Türkiye, son dönemde ekonomik krizle boğuşurken, açıklanan yeni veriler, toplumun içinde bulunduğu daralmayı bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan verilere göre, 2024 yılı için açlık sınırı 24 bin TL olarak belirlendi. Ancak, aynı dönemde, asgari ücret yalnızca 22 bin TL olarak açıklandı. Bu durum, milyonlarca çalışanı, özellikle asgari ücretle geçinmeye çalışanları derinden etkileyen büyük bir çelişkiyi ortaya koyuyor.
Açlık sınırı, bir kişinin sağlıklı bir şekilde hayatta kalabilmesi için ihtiyaç duyduğu asgari gıda harcamasını ifade eder. Yani, bu rakam, bir insanın temel gıda ihtiyaçlarını karşılamak için her ay harcaması gereken tutarı gösterir. Ancak, asgari ücretin bu rakamın altında kalması, temel yaşam giderlerini bile karşılayamayacak bir durumu işaret ediyor. Bu durum, toplumun büyük bir kısmının, temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta ne kadar zorlandığını ve ekonomik eşitsizliğin ne denli derinleştiğini gösteriyor.
Açlık sınırının 24 bin TL olması, gıda fiyatlarındaki fahiş artışın bir sonucu olarak kabul edilebilir. Fakat, asgari ücretin 22 bin TL olarak belirlenmesi, devletin bu duruma karşı herhangi bir anlamlı önlem almadığını ya da alacak gücü bulunmadığını gösteriyor. Çalışanlar, hayatlarını sürdürebilmek için yalnızca temel gıda maddelerini almakla kalmayıp, aynı zamanda kira, ulaşım, enerji ve eğitim gibi diğer ihtiyaçlarla da mücadele ediyor.
Asgari ücret, çalışanların büyük bir kısmı için tek gelir kaynağı. Ancak, asgari ücretin açlık sınırının altında kalması, bu kişilerin sağlıklı ve huzurlu bir yaşam sürmesini neredeyse imkansız hale getiriyor. Çalışanların aldığı ücretin, sadece gıda tüketimine yetmesi bile, geniş bir toplumsal kesimin yalnızca hayatta kalmaya yönelik bir yaşam sürdüğünü gösteriyor. Çoğu asgari ücretli, yaşam kalitesini artırmak bir yana, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamamakta. Bu durum, derin bir ekonomik eşitsizliği ve yoksulluğu körüklüyor.
İşverenlerin ve devletin bu konuda daha fazla sorumluluk alması gerektiği aşikar. Asgari ücretin, sadece açlık sınırını değil, aynı zamanda temel yaşam standartlarını da karşılayacak seviyelere çekilmesi gerekiyor. Eğitim, sağlık, barınma gibi temel haklar ve ihtiyaçlar, çalışanların bu ücretle karşılayamayacakları kadar uzağa gitmiş durumda. Bu nedenle, asgari ücretin açlık sınırının çok altına çekilmesi, toplumsal adaletin ve eşitliğin hiçe sayılması anlamına geliyor.
Çalışanlar, sendikalar ve sivil toplum örgütleri, bu dengesiz durumu sıkça dile getiriyor. Ancak, hükümetin ekonomik politikaları, çalışanların yaşam koşullarını iyileştirecek adımlar atmaktan uzak görünüyor. Bu noktada, sosyal politikaların, çalışanların refahını gözeten, enflasyonun etkilerini hafifletecek şekilde yeniden düzenlenmesi büyük önem taşıyor.
Ayrıca, asgari ücretin artırılmasının yanı sıra, gıda fiyatlarının denetimi ve üreticilere yönelik daha güçlü destekler de atılacak adımlar arasında yer almalı. Üretimin artırılması ve gıda fiyatlarının aşağı çekilmesi, yalnızca çalışanlar için değil, toplumun tüm kesimleri için faydalı olacaktır.
Sonuç olarak, açlık sınırı ile asgari ücret arasındaki bu uçurum, ekonomik eşitsizliğin geldiği boyutları gözler önüne seriyor. Temel ihtiyaçlarını karşılamak için çalışan insanların, emeklerinin karşılığını almadığı bir ortamda, sürdürülebilir bir refah seviyesinden bahsetmek mümkün değil. Eğer hükümet, toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırmak istiyorsa, asgari ücreti en azından açlık sınırına yakın bir seviyeye çekmek ve ekonomik denetimleri güçlendirmek zorundadır. Aksi takdirde, toplumun büyük bir kesimi için “hayatta kalma mücadelesi” devam edecektir.