Baba erenlerden biri her yaz seyahate çıkarmış. Çıkmadan evvel de berbere gider, tutup kellesini bir güzel usturaya vurdururmuş. Gene vakit gelmiş, gitmiş berbere. Kafayı bir güzel kazıttırmış. O sırada dükkana komşu esnafın çırağı olan densiz bir delikanlı gelmiş. Bizim dazlağı tanımıyor. Ama kafayı cascavlak görünce kendisini tutamamış. Baba erenin kafasına iki şak şak vururken hem de; "Kabağa bak, kabağa!" deyip narasını atmış.  Hiç durmadan fırlamış, gitmiş. Berber mahçup. Koltukta oturan baba ereni hem tanıyor hem biliyor. Özürler diliyor. Ama adam "Önemli değil" diyor. Gerçekten aldırmıyor bile. Az sonra yokuşun dibinden acı bir feryat kopuyor. Meğerse bir at arabası nasıl olmuşsa kopmuş, gelmiş, o densiz delikanlıyı yere yıkmış. Herkes gibi berber de oraya koşmuş. Delikanlı artık yaralı mı, ölü mü belli değil. Berber dönmüş baba erenin yanına. "Efendi!" demiş, "Ne oldu yani, toy bir delikanlı ' Kabağa bak, kabağa!' deyip iki fiske vurdu diye ona beddua mı ettin?" Baba eren kafasını çevirmiş. Berbere bakmış ve demiş ki; "Berber efendi, kabağın bu işe dediği bir şey yok ama iş bostancıya dokunur, bostancıya." Her birimiz bir hayatın içinde kendi mücadelemizdeyiz. Ama aynı hayat ve aynı yol üzereyiz. Her ne kadar biz kendi yolumuzu kendimiz seçiyoruz diye düşünsekte muhakkak ki aynı yol üzre bir aradayız. Aynı toplumda aynı kurallar aynı ahlaki değerlerle yaşamak zorundayız. Ama baktığında hepimiz kendi küçük dünyamızda krallığımızı ilan etmiş kafamıza göre yaşıyoruz. İşimize gelmeyen hiç bir kuralı hiçbir ahlaki değeri takmıyor, tanımıyoruz. Birbirimizle tartışmaktan, kavga etmekten ve hatta birbirimizi sudan sebeplerle öldürmekten çekinmiyoruz. Birbirimize saygımız yok. Birbirimizi kırmaktan gocunanımız neredeyse yok. Yunus Emre der ki; “Gönül Calab'ın tahtı, Calap gönüle baktı İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise.” Yüzde doksan sekizi müslüman bir ülkede yaşıyoruz. Hatta müslümanlığımızdan inançlarımızdan konuşurken asla ödün vermiyor, laf ettirmiyoruz. Ama maalesef müslümanlığımız dilimizden kalbimize inmiyor ki yaşantımıza İslamın nuru vurmuyor.  Ama atladığımız, düşünmediğimiz belkide umursamadığımız bir şey var. Yok yere kızdığımız, tartıştığımız, kavga ettiğimiz, hakaret ettiğimiz herkesin bir sahibi var. Korna çaldı diye sizi kızdıran adama söverken, Markette sıra yüzünden tartıştığımız adama bağırırken, park yeri yüzünden tartıştığımız adama sopayla saldırırken, o yada bu sebeple hiç düşünmeden cana kıyarken, o canın sahibinden korkun. Kabağı kırmaktan korkmuyorsanız, bostancıdan korkun. Belki o zaman milletçe bu kadar belanın içinde yüzmek zorunda kalmayız.