Bir arada yaşama kültürünün temellerini yıkan, tevarüs ettiği millî kültürü yok sayan idraksizlik, birbirimize karşı güvensizliği telkin eden halin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Pozitif değerlerle; kutsî dava ve kıymetlere inanmışlar, dünya çapındaki güçlerin yerel piyonlarının sunağına tırmandırılmışlardır. Sonra ‘reel politik’ adına merdivenleri tekmelenmiştir. Bu, Türkiye’nin trajedisidir. Bu trajediyi çözmeli ve aşmalıyız. Türkiye, küllerinden doğmaya mecburdur! Küllerden doğum, titreyip kendine gelme nasıl olacak? Laf kabalıklarıyla, derin hülyalarla; ayakları yere basmayan ütopyalarla, tarihteki ihtişamlı günlerini yad etmekle mi olacak? Zamanı, dört kıtada at koşturduğumuz günleri aramakla mı heba edeceğiz? Yoksa gerçekçi bakış açısıyla önümüze mi bakacağız? Bilgi ve beceri vatanseverliğin temelini teşkil edeceğinden hareketle mevcut oluşumlardan farklı bir hareket tarzı sergilenmesi elzemdir. Bölük-pörçük vatandan ziyade birlik ve dirlik içindeki yekvücutluğu sağlayacak millî ve millet tabanlı hareketin hayata geçirilmesini tarihi zaruretler ve mevcut şartlar icbar etmektedir. Materyalist-kapitalist felsefeye emme basma tulumba gibi emre amade kullardan ziyade buna mukaddes değerlerin yoğurduğu millet merkezli aksiyon erlerinin cihan şümul ülküye sahip çıkmasını temin edecek fikri ihtilâlı hayata geçirmek, geleceğimiz için zaruridir. Fikrî ihtilâlın dayandığı değerler, millî olmalıdır. Ahlâki yönü pozitif bilimden değil; inançtan tevellüt eden bir duruş sergilenmelidir. Millî duruş, yozlaşmamış an’anenin (gelenek) arkasındaki “Asıl”ı hakiki manada her sahaya hâkim kılarak; ‘derin oligarşi’ ye alternatif millî duruşu (ulusalcı yaklaşım değil, millet-devlet kaynaşmasını temin edecek milliyetçilik) tesisle mümkündür. Millî duruş, geçmişte olduğu gibi bugünde biz Müslümanların bu geleneği devam ettirebilmesi ilme mukaddes gözle bakmamız ölçüsündedir. Halk irfanı denilen husus, esas itibariyle Hakikat’e ulaşma gayesidir. Bu da tasavvuf erbabı cihetiyle hayat bulur. Birtakım eşhasın ifadesi ile mistik bir boyut değildir, tasavvuf (Bu tabir, şarkiyatçıların veya onlardan mülhem araştırmacıların İslâm’a mal ettikleri bir kelimdedir. Bu ifade hiçbir zaman tasavvufun manasına tekâbül etmez. Derinlikli bir tanımla değildir). Tasavvufta asılan olan ilimdir. İlim, şeriata muhalif olamaz. Tarikat, Şeriat’ın özüdür. Dolayısıyla Türklerin irfânî yönünü inşa eden mezkür medeniyet tasavvuru, bütün Müslümanlar gibi ilmî üç şekilde ele alır. Birincisi, herkesin uzanabileceği Şeriattır. Öz olarak Kur’an’dadır. Gelenek ve içtihatla açıklanmıştır ve fakihler tarafından öğretilir. Müminlerin içtimai ve dini hayatlarını her bakımdan ihata eder. Bunun ötesinde tarikat uzanır ve her şeyin içyüzüyle ilgilidir. Mevcut hataları tasfiye; ama yerine ikâme edilecek yeni “şey”lerin cemiyetin geleneğine, inancına düşman olmayan, uzak durmayan yeniliklerden teşekkül etmelidir. Tepeden inme fikrî zorlamaların cemiyette akis bulması zor olacağından, hatta ters tepeceğinden ortak değerlerine vurgu yapılmalıdır. Seçilenlerin nazarisyenleri, toplumu yönlendirme mevkiindekilerin ve tabiî ki idarecilerin afakîlikten uzak durmaları, ayakları yere basarak iş yapmaları ehemmiyet arz etmektedir. Tarihî geçmişi olan bir milletin Sahih Geleneği’ne bağlılığı da aşikârdır. Sahih Geleneği’ni tesis etmiş bir milletin yeniliklere karşı bîgane kalması düşünülemez. Buna karşılık gelecek, kendine münhasır; fakat alemşumul umdeleri yeni bir bakış açısıyla millete kazandırması tabidir. Asriliğin (modern değil; çağdaş) müspetesiyle kendi kültüründen, inancından, tarihinden; velhâsılı bütün bunların bileşkesinden müteşekkil kutsî kıymetleri; suiistimale mahal bırakmayacak şekilde milletin irfanında meczetmesini bilir. Yeni Türkiye iddiası yeni bir irfani derinliği olan meşveretin nüvesinin şekillenmesiyle mümkündür. Nitelikli kuşatıcı, kucaklayıcı bir istişare ile yeni fikir ve yeniden inşasının temeli geleceğe bakmakla olur. Dert edinmeyen bir zihniyet, birlikteliğin temeli olan müşaverenin gücünden korkar. İştişarede “bal” gibi bir netice vardır. Bu neticeye su katanlar elbette zehir ürettiklerinin farkında değildirler. Yeniden şekillenen bir dünyada yeni bir Türkiye için bilgi ve hikmeti kendine dert edinenler; küçük beyinleri değil “kızıl elmayı” kucaklayan bir topluluk için iştişare, gelecek inşasında asıldır. Bilgi çöplüğüne dönüşmüş hikmeti arayan bir dünyada Yeni Türkiye’ye ihtiyaç vardır. Bir arada yaşama kültürünün teşekkülü yeni medeniyet tasavvuru ile değil; varolanı bulmakla mümkündür. Yitik Hikmet’e ram olmadıkça müşterek hayatı idame ettirmenin imkânsızlığı vakıadır. Ancak Yeni Türkiye idealinde birlikte yaşama kültürünün tesisinde Çanakkale Ruhu’nu hazmetmedikçe; asgari müştereklerde buluşmadıkça… Ve Çanakkale Ruhu’nda fenafillah, Hakikat’e dönüşmedikçe bir arada yaşamayı başaramayacağız demektir. Birlikte istikbal ve istiklal inşaa etmenin bunun başkaca yolu yoktur.