"Yaşamak şakaya gelmez, Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi meselâ,
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
Hem de o derecede, öylesine ki,
Meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
Yahut kocaman gözlüklerin,
Beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
İnsanlar için ölebileceksin,
Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
Hem de en güzel en gerçek şeyin
Yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak yani ağır bastığından. "Nazım Hikmet RAN Neden YAŞAMAK diye başladık makaleye?
Çünkü, sıcak yaz günlerinde sadece deniz kıyılarında göbek kızartmak değilmiş yaşamak,
Yaşamak, Türkiye'min her bir güzelliğini gezip görmekmiş.
Yaşamak, Hatay'ın, Gaziantep'in, Şanlıurfa'nın, Mardin'in Midyat'ın da havasını derin derin içine çekmekmiş.
İsveç'te yaşayan Yılmaz Besim KAVAKCIOĞLU ve Mersin Vali Yardımcısı İbrahim KÜÇÜK abilerimle çıktığımız bu Güneydoğu gezisinin her bir anını bile dolu dolu yaşıyorduk.
Köy yollarını tozu dumana kattığımız meşakkatli bir yolculuktan sonra ulaştık Mor Yakup Manastırına.
Burası Mardin'in Nusaybin ilçesinde bulunan bir Süryani Ortodoks Manastırı. Tarihte Nusaybin piskoposu olarak görev yapan Mor Yakup tarafından yaptırılmış. Yukarı Mezopotamya'nın en eski yapılarından biri olarak kabul ediliyor. Ayrıca NTV'nin haberine göre, Nusaybin'de bulunan Mor Yakup Manastırı'nda yapılan arkeolojik kazılarda bulunan Nisibis Akademisi'nin dünyanın ilk üniversitesi olduğu ileri sürülüyor.
Tarihi dokuyu hissettikten ve manastırı karış karış gezdikten sonra, manastır rahibi bizlere kendi yetiştirdikleri incir, üzüm ve kavun ikram etmek için ikram salonu denilen genişçe bir yere davet ettiler.
Bu dağ başında suyu nereden bulduklarını sorduğumuzda verilen cevaba şaşırmıştık.
Bölgede mevcut bir suyun olmadığını, sadece kendi yaptıkları birkaç sarnıçta yağmur sularını biriktirdiklerini söylediler.
Yani yediğimiz meyveler ve manastır bahçesindeki onlarca ceviz ağacı bu yöntemle sulanıp yetiştiriliyor.
Takdir ettik.
Ayrıca bir Aydınlı olarak bana, yılın ilk taze incirini Mardin'de bir manastırda tatmak nasip olmuştu.
Tam ikramlar için teşekkür edip müsaade isteyecektik ki ortalama 55-60 yaş aralığında olduklarını tahmin ettiğimiz Avrupa'da yaşayan üç çift girdi oturduğumuz yere.
Rahip Aho bizlerle tanıştırdı onları. Hatta "Bizim Almancılar geldi" diyerek espri de yaptı, gülüştük.
Tanışır tanışmaz dertlerini açtılar bize. Memleket hasretlikleri gözbebeklerinden hissedilen pırıl pırıl Mardin Süryanileriydi onlar, tıpkı Yılmaz amca gibi.
Çocuklarını gerek Mardin'e gerekse manastır ve kiliselere getiremediklerinden şikayetçiler. Avrupa kültürünün ve içinde bulundukları çağın suçu diyorlar.
Biz Müslümanların da buna benzer sorunlarımızın olduğundan bahsedip, dilimiz döndüğünce popüler kültürün yaşamımızı ne kadar etkilediği konusunda da fikirlerimizi söyledik onlara.
Neyse, Rahip Aho'nun terimiyle Almancıları, dertleriyle baş başa bırakıp vedalaştık.
Ardından Mor Gabriel Manastırı'na geçtik.
Burada bizlere rehberlik eden bir gencin diksiyonu ve işine olan hakimiyeti harikuladeydi.
Aziz ve rahiplerin sandalyeye oturur vaziyette defnedildiğini Mor Gabriel Manastırındaki azizler mezarlığında öğrendik. Buradaki mimari doku, bizleri adeta büyülemişti.
Akşama doğru da Mor Abraham Manastırı'na uğrayıp akşam yemeği için Midyat şehir merkezine geldik.
Kısa bir şehir gezisinin ardından Eski Midyat'a Beyaz Konak'ta Menengiç kahvelerimizi yudumlamaya gittik.
Bol sohbetli bir gecenin ardından dinlenme saatimiz gelmişti.
Midyat'a tekrar gelmek üzere veda ettik.
Planımız, sabah yola çıkıp Mardin ve Şanlıurfa'ya da uğrayıp Gaziantep havaalanından İzmir'e geçmekti.
Şanlıurfa ve Mardin merkezi sindire sindire yaşayamasak ta İbrahim KÜÇÜK valimizin biriktirdiği dostlar sayesinde bu iki şehre doyamasak da tattık.
İbrahim valimle geçen keyifli bir yolculuğun ardından Gaziantep Havaalanı'nda vedalaştık. İki saat rötarlı kalkan uçak, geç de olsa beni ait olduğum topraklara, Aydın'a ulaştırmıştı.
Ama kalbim;
Gezip gördüğüm ve büyülendiğim o yerlerde kalmıştı.
Sağlıcakla.