İstişare zincirinin kopması sefahat girdabına sürüklenmek demektir. Sefahat maddeci zihniyeti hâkim kılar. Maddeci zihniyet, kapitalist fikrin her safhada egemen olması anlamına gelmektedir. Kapitalist fikrin hükümran olduğu yerde zayıfın ezilmesi kaçınılmazdır. Bezirgânlığın adaleti olmaz. Güçlünün zayıfı köleleştirmesi ana gaye haline gelir. Bunun neticesinde adalet duygusu zayıflar ya da yok olur. Artık her “yerin” bir hâkimi vardır. O yerin hâkimi mevcut konumunu korumak uğruna iştişâreyi terk edip safahata dalma pahasına küçük hesapların peşinde canhıraş koşacaktır, artık. “Hukukta eşitliği gözetmek, zulmü bırakmak ve hakkı sahibine vermek”( Esen, 1993,119) anlamında kullanılan Adl veya adalet; kartopu gibi adâletsizliğin zulme dönüşmesi karşısında: “De ki; Rabb’ım adaleti emretti” (7/29) emri ilâhisi hükümsüz kalırsa başta kim olursa olsun zulme ortaktır. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler, Allah için adaleti ayakta tutup, gözetilen şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe götürmesin. Adaletli olun. Bu takvaya daha yakındır” (5/8). Bu anlamda, ahlaki açıdan yönetim adaleti, yönetim sisteminin içinde yer alan her bir insanı, doğuştan insan olmak bakımından birbirlerine karşı ilkece “eşit” saymak ve özellikle hakların kullanımı açısından herkese iyilik yapmak ve hiç kimseye hak etmediği bir zararı vermemektir (Eroğlu, 2015, 17). Kıstas bellidir. Makamın küçüğü büyüğü yoktur. Bulunulan her makam, sorumluluğu icap ettirir. Hangi makam sahibi zulüm ederse zalimdir. Zulmün en büyüğü “adâletsiz” tutumdur. Liyakatı esas almayan “ben yaptım oldu” anlayışıdır. Bunların tedavisi ve telafisi yoktur. Onun için Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Devlet başkanının adaletle ve hak gözeterek bir gün hükmetmesi, bir sene Allah yolunda gazadan daha iyidir” (Müslim /2564) sorumluluğun icabıdır. Devlet ise, her konumda idare eden, temsil vazifesini ifa ile görevli kişidir. Sorumluluğu esas alan bir asırda bilginin gücü daha da önem kazanmaktadır (Mezkit, 2005: 77). Dolayısıyla, bilgi toplumu, kesinlikle sorumluluğa dayalı bir düzen olacaktır (Drucker, 1994: 141). İnisiyatif, sorumluluk almak ile mümkündür. Adaletin temeli de yöneticilerin, mesuliyet sahibi olmasından geçer. Sorumluluk, sorumluluk almakla¸ yani âdil olma niyetini açığa vurma ile mümkündür. Adil idareci, eşitlikçi bir yönetim ve organizasyonu değil; âdil bir idareyi esas alır. Adil idare, tesânüdü ana eksen yaparak, dayanışma ruhunu temsil eder. Adil idarede gücü nispetinde bir sorumluluk asıldır. Karşılıklılık prensibince adil bir yönetimden adalet beklenebilir. Adalet, eşitlik ve karşılıklılık esasına dayanır. Bu ilke de dayanışmadan doğar. Dayanışmayı meydana getiren sözleşmeye göre, şartlar bütün fertler için aynıdır. Böyle olunca adalet, sadece sosyal nizamı güvenlik altına alma endişesi taşıyan ve üzerinde uzlaşma sağlanmış bu sözleşmeye uymayı ifade etmektedir. Adaletin kendisinde icra yeteneği yoktur. İyi kurulmuş bir dayanışmanın şartı olması sebebiyle eşitlik, kendi varlığını sağlamak için adalete başvurur. Burada adalet, gerçek bir hareket değil, fakat bütün fertlerin menfaatini gözeten bir hesaptır. Adaleti kanun teminat altına alır. Lakin şekli bir adalet ve saf, sade bir eşitlik, insanın vicdanına karşıdır. Kanun, ahlaka ve ‘adalete aykırı” olabilir. Bu “adalete aykırı” sözünün üzerinde duralım: Bu demektir ki, şekli adalet, gerçek adalet değildir. Zayıfın kuvvetliden dilediği adaletin ötesinde, yani dağıtılıp verilen adaletin ötesinde onu tesis eden, hatta sade ve basit bir eşitliğin sınırlarını da aşan bir hareket vardır. Zira adalet, kanun tarafından tesis edilmez. Kanun, adaleti fertlere dağıtır. Aslında en güçlülerin elinde bir araç olan kanun, adaletsiz ve despot olabilir, hatta böyle olmayı isteyebilir de. Eğer adalet diye bir şey var ise insanlık bunu, evrensel sorumluluk iradesine sahip olanlarla birlikte kendi nefislerinin esiri olarak diğer fertleri istismar etmeye çalışan hükümdar ve zorbalara bıkıp usanmadan karşı çıkanlara borçludur. (Topçu, 2012, 102-103). Unutulmaması icap eden şey şudur: Devletin gerçek varoluş sebebi sadece adaleti yerine getirmek değildir. Devletin, merhameti ve en geniş şekliyle mesuliyeti meydan getirmesi gerekmektedir. Bu işleri en iyi şekilde yerine getirebilen, getirebilecek devlet sistemleri ise mutlakiyet ve oligarşidir (Topçu, 2012, 104). Kitabiyat/Kaynakça DRUCKER, Peter F. (1995) : (Terc.: Fikret Üçcan), Gelecek İçin Yönetim, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul EROĞLU, Feyzullah (2015) : “Entelektüel Tavır ve Yönetim İlişkileri” http://www. eskisehirturkocagi.org/kose-yazisi/entelektuel-tavir-ve-yonetim-iliskileri/10.05.2015:15.00
EROĞLU, Feyzullah (2015) : “Kur’an’daki İslamiyetin Yönetim Düşüncesi”, Yeni Fikir
Dergisi, Aydın ESEN, Adem (1993) : Sosyal Siyaset Açısından İslâm’da Ücret Kavramı, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara HALDUN, İbn-i, (2004) : Mukaddime, Cilt: 1, Yeni Şafak Yayınları, İstanbul, KÖKSAL, Mustafa Asım (2005) : İslam Tarihi, Cilt:4 Gerçek Hayat Dergisi Kültür Yayınları, İstanbul, MEZKİT, Mesut (2005) : Muhafazakar Değişim, Yeni Fikir Dergisi Yayınları (YFD), Aydın TOPÇU, Nurettin (2002): İslam ve İnsan, Mevlana ve Tasavvuf, Dergâh Yayınları:173, İstanbul TOPÇU, Nurettin, Yarınki Türkiye, Dergah yayınları, İstanbul, 2011 TOPÇU, Nurettin, İsyan Ahlakı, Dergah Yayınları, İstanbul, 2012