Yepyeni bir yıla hüzünle başladık desem yeridir.
Yılbaşından bir gün önce Nazilli'de bir restoranda çıkan yangında, sekiz masum insanı yitirdik.
Haber öyle tez yayıldı ki tüm dünyaya,
İsveç'ten, Finlandiya'dan, İngiltere'den, Almanya'dan,  Konya'dan, Muğla'dan ve ülkemizin birçok şehrinden "Geçmiş olsun, güvende misiniz?" telefonları aldım.
Umarım bu tür talihsizlikler bir daha yaşanmaz .
*
Nasıl garip bir hayat sürüyor insanoğlu,
Evliler boşanmak istiyor, bekarlar evlenmek.
İşsizler çalışmak istiyor, işi olanlar çalışmaktan bıkmış.
Fakirler zengin olmak istiyor, zenginler ise bir parça huzur.
Mutlu olmak istiyorsak bu hayatta, önce sağlık sonra sahip olduklarımızın farkına varmak gerek.
Bilirsiniz ki, değeri kaybedilince anlaşılan en önemli şey sağlıktır.
Nereye giderseniz gidin,
Kime sorarsanız sorun,
Acılar içinde bile geçmiş olsa çocukluğu,  
Geçmişte yaşadığı güzel anları anlatır durur hep.
Bir dilim ekmeğe sürülen margarinin üzerine ekilen şekerin, baldan tatlı geldiğini,
Terasta kurutulan salçaya çaktırmadan atılan parmağı,
Mahalleye motosikletle gelen dondurmacıdan yenilen limonlu dondurmanın tadını unutamaz kimse.
Nerde o eski domateslerin tadı,
Nerde o eski komşuluklar, nerede o çıkarsız dostluklar.
Neredesin tarihten silinen imece?
Traktörle pamuk toplamaya giden elleri öpülesi insanlar.
Alın o günleri bir hafta yaşayın deseler ne yaparız acaba, cep telefonsuz, bilgisayarsız, facebooksuz tiktoksuz vs.vs. Ne yapalım, biz dünyayı değiştiremedik ama içimize, kanımıza hatta her bir hücremize işlemiş artık popüler kültür.
Kurtulamıyoruz.
Hal böyleyken bari gelecek nesillerimizi iyi yetiştirelim diyoruz o da olmuyor.
Çünkü en kısa sürede topyekûn değiştirilmesi gereken bir eğitim sistemi çıkıyor karşımıza.
Özgüven eğitimi, çocuğa verilebilecek en önemli eğitimdir.
Özgüven yetileri gelişmemiş çocuklar yaşamları boyunca başarılı olamazlar.
Ayrıca eğitim, prensipli bilinçli yapılmalıdır.
Okullarda  sosyokültürel ve psikokültürel ağırlıklı dersler artırılmalıdır.
Özeleştiri yapmak gerekirse,
Güvenen ve güvenilen bir millet değiliz.
Kimsenin kimseye güveni olmadığı gibi, vatandaşın devlete, devletin de vatandaşa karşı bir kopukluğu var.
Bunun bir an önce çözülmesi gerek.
Almanya’da bir çocuk doğunca, Alman devleti, biyolojik anne ve babayı kontrol altına alıyor.
Çocuğun Alman kimliği taşıdığını ve bu çocuğun bakımından yetişmesine, okumasından çalışmasına kadar devlet olarak gerektiğinde ben müdahil olacağım diyor.
 Hatta ve hatta, ileride çocuğun hangi mesleği yapacağını, siz değil ben karar veririm diyor.
Öğrenci küçük yaşta, danışman öğretmenler denetiminde şirketlerde staj yapıyor, kafalarındaki meslek grubunu belirliyor ve yönlendiriliyor.
Öğrenciler cep harçlıklarını çalışarak, kendileri çıkarıyorlar.
 Özellikle üniversite öğrencilerinin hemen hemen hepsi çalışıyorlar.
Bizdeki gibi okul bitip iş hayatına geçince sudan çıkmış balık misali, bocalamıyorlar.
Çünkü,
Devlet millete, millet devlete sonsuz güveniyor. Bu güven ortamı bizde de oluşabilir ve herkes devletine güvenirse Devlet de vatandaşına örneklerdeki gibi sahip çıkarsa, Özgüveni gelişmiş cesur, yaratıcı nesiller yetiştirebilirsek, İşte o gün, dünya bu genç nüfusumuzun gücünü daha iyi görecektir. Atamızın da dediği gibi, "Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur." Sağlıcakla...