-Tokat’taki kutlama merasimindeki hadiseye dikkat- Zilletlik, refah seviyesi yükselmiş milletlerin kaçınılmaz sonu olduğunu tarihi gerçeklerden anlıyoruz. İnsanların zihinlerinde hedefleri kalmayınca; bir şekilde hakikatini inkâra matuf arayış içince olacağı vakıadır. Gelişmesini tamamlamış bir devletin mensuplarında, ileriye doğru gidişatın daimi olacağı fikri hâkimdir. Hayatlarını bu minval üzerine devam ettirirler. Belki bir iki nesil; hatta üç nesil muzaffer bir edayla dünyaya bakışını sürdürürken; en zayıf yerinden hücuma maruz kalınca “böyle bir şey varmıymış” diyerek kendilerini sorgulamaya başlarlar. Ancak, muktedir oldukları bir asırda zaman zaman bazı kazaların mevcudiyeti o anda hâkim bir milletin zihninde çok da sarsıcı ruh hali oluşturmayabilir. Çünkü ilk anda ani duraklama; cemiyetin geneline tesir edici durum göstermeyebilir. Göstermez de. Zira devlet çarkı çok iyi işlemektedir. Derin tecrübe o anki şok halin devamına izin vermez. Devasa cüsseye küçücük sivrisineğin etkisi ne olabilir ki? Nitekim Sokullu Mehmet Paşa’nın İnebahtı mağlubiyetinden sonra Ali Paşa’ya söylediği şu sözler bunun en dikkat çekici örneğidir: “Paşa Osmanlı devletinin kuvvet ve kudreti ol mertebede­dir ki, donanma lengerleri gü­müşten, resenleri (ipleri) ibrişim­den, yelkenleri atlastan temin et­mek ferman olunsa müyesserdir.” (Uzunçarşılı:26) Bu ahvalin bütün toplumda böyle olması; aslında, bir hakikatin de gözlerden ırak edilmesine sebeptir: Sivrisinek o cüsseye nasıl nüfuz etti? Esas itibariyle bu, sefahatin bir göstergesidir. “..(L)üks ve sefahatin devlet olmaya giden yolun önündeki engellerden” (Haldun,2004:191) olduğu tarihi bir hakikat;dünyevileşmenin işaretidir. Maddîleşen âlemde tedbirsizlik, ileriyi gör(e)meme, arîfâne bakışı örselemektedir. “Devlet olmayı sağlayan güç ve üstünlük, ancak asabiyet ve asabiyete eşlik eden yiğitlik ve kahramanlık ile olur. Bu özellikler ise genellikle bedevî hayatta bulunur. Onun için devletin (devleti kuranların) başlangıcı bedeviliktir. Ancak devletin kuruluşunu refah, bolluk ve Medineleşme (şehirleşme) takip eder. Şehirleşme ise yeme, içme, giyim, kuşam, binalara inşa etme, evlerin içlerini döşeme ve bunun gibi diğer hususları en güzel ve lüks şekilde karşılama; bunların karşılanmasını sağlayacak sanatların ve yolların bulunup icra edilmesidir(...) Dolayısıyla devlette bedevilik döneminden sonra kentleşme döneminin gelmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur”(Haldun,2004:244) Kentleşmenin neticesinde refah ve bolluğa alışan; savaşmanın rahatlarını bozacağı endişesini taşıyan yığınlar haline girmesi kaçınılmazdır. Böyle olunca da içinde yaşadıkları devletin “…ömrü üç neslin ömrünü geçmez(120 yıl).Bir nesil ile, ortalama ömürlü bir insanın ömrü kastedilir ve bu, yükseliş ve gelişmesinin nihai noktasına ulaştığı kırk yıldır… Buradaki kırk yıllık süre ile hedeflenen ,(zillete ve köleliğe alışmış vaziyette) yaşayan neslin yok olup, zillete alışmamış ve zilleti tanıyamayan yeni neslin yetişmesidir. Dolayısıyla buradaki kırk yıl, bir neslin ömrü olarak kabul edilmiştir. Ki o,(ortalama ömürlü) bir insanın ömrüdür. Bir devletin ömürünün genelde üç nesli geçmediğini söylememizin sebebi şudur.(devleti kuran) ilk nesil henüz bedevilik ahlakını; bedeviliğin sertliğini, haşinliğini, zor şartlara tahammül etme gücünü, cesaretliğini ve yiğitliğini kaybetmemişlerdir ve devlet yönetimine katılımları da devam etmektedir. Bu yüzden henüz asabiyetlerini ve güçlerini muhafaza ederler ve insanlar da onlara boyun eğmeyi sürdürür. İkinci nesil ise, devlet olmanın getirdiği imkânlardan dolayı bedevilikte şehirli, zor şartlar ve zaruri ihtiyaçları karşılama derecesinden bolluk ve lükse doğru değişme başlar. Aynı şekilde, devlet yönetimi de katılımcılıktan uzaklaşıp tek kişinin elinde toplanmaya başlar. Böylece diğerleri de devlet için çalışmak ve on daha da yüceltmek konusunda tembellik gösterirler ve üstün olmanın izzet ve şerefinden boyun eğmenin zelilliğine doğru meylederler. Sonuçta asabiyetleri bir iktidar zayıflar ve onlardan bazıları zelilliğe ve borun eğmeye alışırlar. Ancak onların çoğu, birinci nesli gördükleri,onların devletlerini yüceltmek ve kendilerini savunmak için nasıl çalıştıklarına doğrudan şahit oldukları için, bu özelliklerinden –bazıları kaybetse de-tamamen vazgeçmezler.Aksine,birinci neslin özelliklerine yeniden dönmeyi ümit ederler veya bu özelliklerin kendilerinde olduklarını zannederler. Üçüncü nesil ise bedevilik özelliklerini-sanki daha önce hiç yokmuş gibi-tamamen unuturlar.Böylece kendilerini üstün ve galip kılan ,şerefli ve asabiyet sahibi olmanın lezzetini kaybederler.Bolluk ve lüks içinde yaşamaya dalarlar ve korunmaya muhtaç olan kadın ve çocuklar gibi devletin gözetimi ve korunmasına muhtaç hale gelirler. Kendilerini koruyup müdafaa etmeyi ve haklarını elde etmek için mücadele etmeyi unuturlar. Her ne kadar insanlar arasında giyimleri,(silah) kuşanmaları, atlara binmeleri ve bunları maharetle kullanmalarıyla öne çıkarlarsa da,bunlar birer görüntüden ibaret olup,çoğunlukla kadınlardan daha korkaktırlar. Savaşmaları gerektiğinde bunun için gerekli mukavemetleri göstermezler ve bu yüzden hükümdar da, desteği başka askerler ile sağlamaya yönelir. Böylece (orduda ve diğer devlet görevlilerindeki) azatlı kölelerin ve devletin himayesinde yetişmiş olanlar sayısı artar.Onlar sayesinde devlet bir müddet daha ayakta kalır.(Haldun,2004:241-242;)(Dikkat buyurulsun: Osmanlı Devlet Felsefesi, Türkleri uç boylarda tutması,onların medenileşmesinden, sefahate dalmasından endişe duyması ve asli unsuru daima teyakkuz halinde tutma gayretinde bulunması;Osmanlı Devleti’nin ömrünü üç asır daha uzatmak gayesi taşımasından ileri gelmiş olamaz mı? Böylece, oryantalist zihniyetin dile getirdiği gibi 3.Murad döneminden itibaren duraklama dönemi iddiası şüpheli duruma düşmektedir. Oryantalist tahakküme şerh düşülmelidir. Meseleye bu açıdan bakılmalı ve tarih felsefesine böylesi durumlarda ihtiyaç vardır.) Türk tarihinde dev cüsseye sivrisineğin nüfuzu, İnebahtı Deniz Savaşı’nda vukuu bulan mağlubiyettir. 7 Ekim 1571 İnebahtı Deniz Savaş’ında Osmanlı Donanması’nın yenilmesi (Uzunçarşılı:16-24) Osmanlı Devleti’nde müthiş bir heyecan ve sarsıntı meydana getirdiği muhakkaktır. Ancak, mağlubiyetten dört (4) sene evveline gitmekte fayda vardır. Nedir o? Yeniçerilerin 7 veya 9 Ocak 1567 yılında Sultan İkinci Selim Han’ın Hükümdar olmasıyla cüluş bahşişin kanunen alınması gerekenden az olmasından dolasyı arıza çıkartırlar.Sultan II.Selim Han meseleyi hal etmek için “Cümle bahşiş ve terakkiler verilsin, makbulümdür” (Uzunçarşılı:5) diyerek saltanatının ilk gününde otoritesini sarsmış oldu.[ Ancak, bundan tam bir asır evvel Kemalpaşazâde, Tevârih-i Âl-i Osman’da belirttiğine göre 1474 yılında Karamanoğlu meselesini hâl edip Bursa’ya dönülürken yeniçeriler yine böyle bir serkeşlikte bulunmuşlardı. Ancak, Fatih Sultan Mehmet Han, otoritesini kullanarak gerekli tedbir aldı ve elebaşlarını cezalandırarak iradesini ortaya koymuştur (___,2008:472).]Aradan dört yıl geçtikten sonra ise İnebahtı Deniz Savaşı’ndaki hezimet meydana geldi. Meselenin temeline inildiğinde görülecektir ki, Kaptan-ı Derya Ali PAŞA, yanındaki tecrübeli komutanları değil de İstanbul merkezden gelen talimatlara kulak verip inisiyatif kullanmadığı için (Uzunçarşılı:18) mağlubiyete sebebiyet vermiştir. Bu girizgâhtan sonra, zamanında ciddiye alınmayan mikrobun nelere mal olduğuna bakabiliriz. Mevcudiyetini devam ettirebilmek amacıyla mağlubiyet ve mahkûmiyet saikiyle gelecek inşasına kalkışan milletlerin; geçmişin geleceğe taşı(ya)mamanın derin huzursuzluğunu duymaması; zaman, mekân ve geçmiş aidiyet hissiyatının “ram olma” ile yer değiştirmesinden ileri geldiği bir vakıadır. Zamanında dev cüsseye nüfuz eden sivrisineğin mikrobunu teşhis edemeyen milletlerin, zehrinin nasıl bir illete dönüştüğünü; toplum zihninin altüst oluşlarından ve hayata bakışından anlamak mümkündür. Böylesi bir durumda cemiyette girdaplaşan ise ortak akıl ve yitirilen hikmettir. Kaynakça: Haldun, İbn-i,Mukaddime Terc.,Halil Kendir; Yeni Şafak Yayınları, İstanbul , 2004 ____,Osmanlı Tarihi,C.,3,Çamlıca Basım Yayın,İstanbul,2008 Uzunçarşılı, İ.Hakkı,Büyük Osmanlı Tarihi,3.Cilt ,Atatürk-Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu yayınları,XIII.Dizi-Sa.16.cld