Vahşi Kapitalizmin son temsilcisi ABD yanıyor. Bu olanlar tesadüfi bir olay değildir. İnsanı, Yaradan'dan dolayı sevmeyen bir zihniyetin sonu, hüsrandır. Bugün olmazsa; yarın... Akibet aynı... Siz değerli okuyucularıma, 2003 yılında neşrettiğimiz makalemizin bir kısmını aktarmak istiyorum. Ufuk açıcı olacağını, Vahşi Kapitalist Zihniyete dair fikir vereceğini ümid ediyorum...
***
ABD’nin sona doğru yaklaşmakta olduğu fikrini düşündüren gelişmeler, gün geçtikçe daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Komünist bloğun yıkılmasından sonra tek kutuplu dünyada at oynatan Amerika, artık kendinin de sonunun gelmeye başladığını gördü ki; uzatmaları oynamak için radikal bir başkanla tedhiş hareketine girişti. Aslında Amerikan radikalizmin köklerini, kurulma safhasında görmek mümkün ise de; hususi ile soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte ortaya atılan « tarihin sonu » gibi tezlerin içinde saklıdır. Kendini alternatifsiz gören vahşi kapitalizmin liberal sözcüleri, dereyi görmeden; kendilerinin rakipsiz olduğunu, bütün dünyaya hakim güçleri sayesinde kabul ettirdiklerini zannettiler. Geçici bir dünya liderliği ile avundular. Ancak bugünü görmek için, Japon asıllı Amerikalı stratejist Francis Fukuyama’nın kendisine dikte ettirilmiş olan tezlerinde aramak gerekir. Fukuyama; « Batı’nın ya da Batı Düşüncesi’nin zaferi, her şeyden önce batı Liberalizmi’ne alternatif olduğu varsayılan sistemlerin büsbütün tükenmesi olayında kendisini göstermektedir.
Belki sadece Soğuk Savaş’ın ya da savaş sonrası dünya tarihinin sona ermesine değil, fakat insanoğlunun ideolojik evriminin son noktasına ulaşması ve beşeri yönetim biçiminin son evresi olan batılı Liberal Demokrasi’nin evrenselleşmesi anlamında tarihin sonununa şahitlik etmekteyiz. » ( Nakleden, Bekir KARLIĞA, Tercüman Gazetesi, 18. 02. 2003)
Buradaki tahakkümcü telâkkî, ABD’nin globalleşmenin de öncülüğünü yaparak; tek kutuplu dünyayı çekip çevirme ve yönlendirmeyi kendi tekelinde olduğunu ilân ediyor. Bunun için her yerde çıbanbaşılık yaparak, beşeriyetin nefretini kazanıyor. Anti-Amerikanclık, gün geçtikçe çığ gibi büyüyor. Ve bir çok münevver çevrelerce, tabanda, sivil toplum teşkilâtlarında; keşke SSCB olsaydı da iki kutupluluk sayesinde dengenin korunması daha iyi olurdu sesleri yükseliyor. (Gerçi, SSCB de; komünizmi ve vahşi kapitalizmi ayakta tutan güçlerin alternatif olarak sundukları ve mahreçleri de Aydınlanmacı görüş olduğu unutulmamalıdır. Müşterek ebeveyne sahiptirler. Bir yumurta ikizleridirler.)
Halbuki, global devlet olmanın; emperyal vizyona sahip bir anlayışın bazı şartları vardır. Bunların bir kısmını; hatta biri hariç hepsinin ABD yönetim sitemindeki mevcudiyetinin varlığı kabul edilebilir. Ancak, unuttuğu veya yapmak istemediği, yapamadığı; sahih geleneğinde bulunmayan; zihni nakıslığa tekaabül eden « insan hak ve hürriyetlerini teşmil » edememe meselesidir. Cihanşumul bir devlet olmanın gereği olan; iktisadî, askerî, sosyal ve siyasi, fen ve tekniğin lideri olabilir. Mamafih, unuttuğu bir şey var ki; bu şartların tam da odak noktasını oluşturmaktadır. Her şeyin temeli olan insan hak ve hürriyetlerini, din ve vicdan hürriyeti, siyah-beyaz ayırmının olmadığı, beyaz ırkın tahakkümcü zihniyetinin yerine beynelmilel müsavatın (eşitlik) hakim olduğu umdelerin hayata geçirilme mevzusudur. Yönetim anlayışına nüfuz ettirememiş bir ABD; daha düne gelinceye kadar siyahların insan bile kabul edilmediği, aynı yerde yemek yiyemediği, aynı otobüse binemediği, oturan bir siyahın yanına beyaz geldiğinde ise siyahın ona yer vermesi icap eden bir ırkçı bir ülke idi. Kendi ülke içi sistemin fiiliyatında, global bir devletin vecibelerini yerine tam oturtamamış emperyalist bir devlet olan ABD, nasıl olur da dünyaya insan haklarını öğretmeye kalkıyor. Onun anladığı sadece beyaz ırk için her şeyin var olmasıdır. Diğer sebepler ise bahanedir. Ki; şu anda ABD, dış dünyaya yansıtmasa da eyaletler arasında ve bir çok eyalette ırkçılığın had safhada olduğu bilinmektedir. Emperyal vizyonu kendinde mündemiç değil. Onunla hemhal olmamış.
ABD’deki câri sistemin aslı ise, taklit ettiği ve bizim ise sahip çıkmadığımız Osmanlı Modeli’dir. Bunu, araştırcıları vasıtasıyla kendi bünyesindeki şablona oturtmaya çalışmaktadır. Ancak görünen o ki; bu modeli sindiremediği gibi; Osmanlı Yönetim Sistemi’nin getirdiği bütün insanlığa “ adaleti“ tesis umdesini anlayamamış olmasıdır. Tatbikinde, sadece beyaz ırka mahsus adaletin olacağı kanaatine varmıştır. Kendi varlığı için diğer halkları sömürmüştür. Vahşi kapitalizmin ihyasına hizmet için, mazlum milletlerin kanının mübah olduğu fikrini hep ön plânda tutmuştur. Bunun için, evvela milyonlarca Kızılderili’yi yok etmiş; sonra işgal ederek; başlarına çeşitli ayak oyunlarıyla ve sömürgeci bir anlayışla birer diktadör getirerek; mazlum halkların mevcut olduğu ülkelerin bütün yeraltı ve yer üstü kaynaklarını kendisine akıtmıştır. Amerikancıların ve Amerikalıların bünyeleri yağ bağlarken; müstemlekelerindeki insanların ise açlıktan bir deri bir kemikten olan vücutları heykelleşmiştir. İşte, Amerikan rüyasının üçüncü dünya ülkelerine getirdikleri. Amerika “son“ları oynamaktadır. Gerek içte gerekse dışta zor durumdadır. Yaralı aslan gibi her tarafa saldırmaktadır. Saldırısına da her türlü yolu mübah görmektedir. Bunun faturası çok acı olacaktır./
*:Mesut Mezkit, Siyonizmin Rehberliğinde (Kargalığında) "NEO-CON"İZMİN EMPERYALİST FİKRİ, YDF Yay. 2011( Makakle Yayın Tarihi: 2003) shf.50-51)