Türkçe, medeniyet dili olan Osmanlı Türkçesi’nden ayrı düşünülemez. Türkiye Cumhuriyeti yoktan var olmuş ucube bir devlet değildir. Devasa medeniyet mirasını devralmış beş bin yıllık devlet geleneği olan bir Türk Devleti’dir. Dolayısıyla Türkçemiz kabile lisanı değil, medeniyet dilidir. Dahası Türkçemiz; Kur’an-i özdür. Ne demek istiyoruz, bu hususu ayrıca kaleme alacağız. Ancak unutulmamalıdır ki bir milletin en mümeyyiz vasfı lisanıdır. Geçmişini geleceğe irtibatlandıran yegâne unsurdur. Bir milleti yok etmek; teknik ile kaba güç ile mümkün değildir. Ancak, millet şuursuzluk bataklığına itilirse, mazisini yok sayarak, bütün mirasını red ederse o zaman müstemleke millet vasfını kazanmış olur. Binaenaleyh, müsteşrikler hizmet ettikleri ülkelere, sömürünün ön şartının “lisan” ı kontrolle mümkün olacağını ifade etmişlerdir.
Maalesef bundan, millet olarak nasibimizi fazlasıyla almışız. Halen de son sür’at almaya devam ediyoruz. Tarihimizi, kültür kıymetlerimizi yok sayarak, âtiye bakmaya çalışıyoruz. Ama bir arpa boyu yol alamadığımız meydandadır. Bunun en büyük sebebi ise dilimize sahip çıkamayışımızdır. Öyle ki, muasır medeniyete vuslatın ilk şartı, lisanda tasfiyeciliğin olduğunu düşünerek; on beş bin yıllık, beş bin yıllık, bin yıllık mazimizi bir çırpıda tarihin çöplüğüne atıvermişiz. Yeni millet adına, yeni devlet adına, dilde tasfiyeciliğin zirve noktasına vardırarak, “uydurukça” bir müstemleke hâline gelivermişiz. Kurbağa dili diye vasıflandırılan uydurukçayı baş tacı yaparak, geçmişimizle alâkalı gemileri yakmışız. Sıfırdan bir milletin var olabileceğini tasavvur ederek; bunu millî siyaset edinmişiz. Bir zaman gelmiş, buna önayak olanlar dâhi fazla ileri gidildiğinin farkına varmış olacaklar ki, o günkü şartlara göre tedbir alma lüzumu hissedilmiş. Ama sonradan gelenler, taklit ettikleri batının fennini değil de bize uymayan kültürünün iktibasını, intibakının mümkün olup olamayacağını düşünmeden hararetle müdafaa etmişlerdir.
Rahmetli Prof Dr. Emin Işık hocanın feryadını; kendisi de Rahmet-i Rahman’a kavuşan D. Mehmed Doğan üstad bir makalesinde şöyle aktarmıştı: “Birçok faaliyet gösteriliyor ama hepsi sahipsiz. Dil konusunda birtakım çabalar var fakat dilin sahibi yok, sahip çıkanı yok. Bir hayli vakıf, dernek millî değerler, millî sanatlar, tarihimiz, kültürümüz üzerinde çaba gösteriyorlar ama bir tesiri yok. İlahiyat fakültelerimiz var ama dindarlık yok!
“Çok sayıda belirsiz kelime var! Beyler dil elden gidiyor. Dil gitti! Yabancı kelime kullanmamak için biz bu kadar çaba gösteriyoruz; dernekler, yazarlar çabalıyor; fakat eğitim hâlâ uydurma Türkçeyle devam ediyor. Esas söyleyeceğim budur! 15 senedir iktidarda olan bu hükümetten evvela okul kitaplarının dilini düzeltmesini istiyorum. Bu böyle ferdi çabalarla Türkiye Yazarlar Birliği ile Emin Işık ile Âmir Ateş ile halledilecek bir mesele değildir. Devletin serçe parmağı yüzlerce kişiden, kurumdan daha kuvvetlidir…” https://www.karar.com/yazarlar/d-mehmet-dogan/emin-isik-son-halka-olmamak-iradesi-10933 tarih:04/08/2019 23:11
Nurullah Ataç, en batıcılarımızdandır ve şöyle der batılılaşmamız gerektiği hakkında : “Gözlerimizi Avrupa’dan ayırmamalıyız, çoktur sayılmayacak kadar çoktur bizim Avrupa’dan almamız gereken şeyler. Geleneklerimize sıkı sıkıya bağlı kalmamızı, Avrupalı yazarların kitaplarını kapatıp da kendi edebiyatımızla yetinmemizi öğütleyenler oluyor, onlardan değilim ben, eritmeliyiz kendimizi Avrupa Uyarlığı içinde.” (Diyelim-Söz Arasında, YKY Yayınları, 2012, shf.,16) demesi bir tarafa “ ‘Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar’ diyen şair ise düpedüz bayağıdır” (Ataç,a.g.,shf 16) ifadesiyle ağır bir şekilde tenkit ettiği Mehmet Akif Ersoy’a gerici yaftasını yakıştırır. Aslında kendini yegâne cumhuriyet savunucusu olmakla eşdeğer gören Ataç, bir zihniyeti ifşa etmektedir. Bu zihniyet batılılaşma adına muasırlaşma tezlerini desteklemek gayesiyle Türkçenin Osmanlı Türkçesi’nden tecrit edilmesini, tasfiyeye maruz bırakılmasını hararetle müdafaası, nasıl bir anlayışla karşı karşıya olduğumuzu göstermesi açısından önemlidir : “Bizim ‘devrim’ dediğimiz hareketin amacı bu ülkeyi Batı ülkelerine benzetmektir : devrimcisi ile gelenekçisi ile .. “(Ataç,age.,shf.,29)
Bakınız, Nurullah Ataç (muhtemelen isminden de utanmıştır!) nasıl bir Türkçe arzulamaktadır? « Büğün bizde bir dil sorunu var, ancak olumsuz (menfi) bir dil sorunu var; Doğu uygarlığından çıktığımız, günden bugüne uzaklaştığımız için dilimizden neyi, neleri atacağımızı biliyoruz; daha Batı uygarlığına, Yunan-Latin eki alanına gerçekten girmediğimiz için de neyi, neleri almamız gerektiğini bilemiyoruz, bocalıyoruz. Yıkmakta anlaşıyoruz, birleşiyoruz, yapmakta ise anlaşamıyoruz, birleşemiyoruz. »(Ataç,age.,42)
Batu uygarlığından ne anladığını şu cümleler ipucudur:
-« 13 aralık gündemeçli Tan’da çıkan ‘Dil Kurultayı toplanırken’ adlı betkeni okudum » (Ataç,shf.31)
-« Arap ücüklerini bilmezler ki…(Ataç,age.,33)
-« Bırakmadım öz-türkçeyi,11 döl gündemeçli Yeni İstanbul’da okuduğum bir betkenin… » (Ataç,age.,71)
-« İvecenliği »(Ataç,ags.,71)
-« Yapıtlar… söydeşi…komuğ…yırlar… yoru…tanıtlar…tanmalı… koçaklar… çıkla..gözgüsü… (Ataç,age.,shf.72-73-74)
Tasfiyeciliği, dolayısıyla batılılaşmanın ne demek olduğunu şu cümlelerle noktalıyor Ataç :
« Ulusal gökçe-yazın nedir? diye arayacağımıza : ‘Türkçe yazılmış yırların, öykülerin, denemelerin, eleştirmenlerin kısacası dörüt yazılarının hepsidir’ desek daha iyi olmaz mı? » (Ataç,age.,shf.,74)
Hülasa, Türkçemizin ateşle imtihanı çok ağır. Uydurma Türkçe ve İngilizce hâkimiyetinin “full”eştiği bir ortamda mücadele nasıl olacak, bilemiyorum. En azından şahsımızla birlikte etki çevremizden genele doğru dilimizi/lisanımızı doğru kullanma cihadımız devam edecektir. Bıkmadan ve usanmadan bütün mecralarda “Kur’an-i öz” olan lisanımızı müdafaa etmeyi sürdüreceğiz.
Bunu ifade edebilir ve garantisini verebilirim.
Vesselam.