İnsan, daha küçük yaştan itibaren: "Beni kim yarattı? Bu Dünya'ya nereden geldim? Niçin geldim? Nereye gi­deceğim?" sorularını kendi kendine sormaya ve bunlara cevap bulmaya çalışır. İlk insandan bugüne kadar, in­sanoğlu hep bu sorulara cevap aramış ve bu sualler, okumuş-okumamış, alim-cahil, filazof-avam herkesi meşgul etmiştir. Şu bir gerçektir ki, bunlara sadece akıl­la tatmin edici bir cevap bulmak mümkün olmamıştır. Çünkü bu meseleler, insan aklının gücünü aşmaktadır. İnsan gerçi kendisine, etrafındaki varlıklara, herşeydeki akıl almaz ince denge ve düzene bakarak: "Şu Dünya'da en basit bir şeyin bile bir yapanı edeni olduğuna göre, bütün bu varlıkları ve beni de bir Yaratan vardır" diyerek Yüce bir Yaratıcının varlığım sezebilir. Fakat O Yüce Yaratıcının kim olduğunu, kendisini niçin yarattığını, kendisinden neler istediğini ve bu Dünya ha­yatinin toplu bir muhasebesinin yapılıp yapılmayacağını hakkıyla bilemez. İşte Yüce Rabbimiz, insan zihnini meşgul eden bu soruları çözmek, kendisini kullarına daha iyi tanıtmak, emirlerini ve yasaklarını bildirerek onların kendisine na­sıl kulluk edeceklerini, birbirlerine karşı nasıl davrana­caklarını göstermek, istenilenleri hakkıyla yerine geti­renlerin sonsuz Cennet hayatıyla, aksini yapanların da Cehennem azabıyla karşılık göreceklerini duyurmak maksadıyla, insanların yine kendi içlerinden seçkin bazı kullarım, onlara örnek birer öğretmen, birer yol gösterici önder ve rehber olarak seçmiştir. İşte bunların sonuncusu da bizim Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam'dır. Sevgili Peygamberimiz kendisine verilen bu görevi en iyi bir şekilde yerine getir­miş ve hayatın her alanında bize en güzel örnekleri biz­zat yasayarak göstermiştir. Gerçekten de o, Yüce Allah'ın emirlerini aşkla yaşa­manın, insanların acılarına ve sevinçlerine ortak olma­nın, onlara Allah için yardım etmeyi bir vicdan zevki haline getirmenin, insanlara insan oldukları için saygı duy­manın, intikama muktedir iken affetmenin en güzel ör­neklerini vermiştir. Zulme ve kötülüğe karşı durmanın, doğruluk ve adalet ölçülerinden ayrılmamanın en canlı örnekleri onun hayatındadır. Sabrın, merhametin, alçak gönüllülüğün, aile reisliğinde anlayışın, idarecilikte so­rumluluk duygusunun, askerlikte ileri görüşlülüğün en eşsiz örnekleri onun hayatındadır. Hayatımızı, aklımızı, malımızı, hülasa, neyimiz varsa herşeyimizi kendisine borçlu olduğumuz Yüce Yaratanımıza karşı nasıl bir şükran borcu içinde olmamız ve her şeyden ve herkesten daha çok O'nu sevmemiz gerekti­ği apaçık meydandadır. Yüce Mevlamız, eğer kendisini gerçekten seviyorsak, Peygamber'ine itaat etmemizi, onu örnek bir insan olarak kendimize rehber edinmemi-zi emretmektedir. Şu halde, Allah sevgisine giden yol, Rasülünün sevgisinden geçmektedir. Çünkü onu sevmeden ona itaat etmek mümkün değildir. Peygamberimizi sevebilmek için de hiç şüphesiz, onu tanımak gerekir. Onu yakın­dan tanıyıp da sevmemek imkansızdır. Çünkü onu Rabbimiz seçmiş ve yetiştirmiştir. O, bizim için en mükem­mel bir örnektir. Bu durumda, sevgili Peygamberimizi, her yönüyle iyi­ce tanıyıp, Yüüce Allah'tan sonra, canımızdan ve herşeyimizden daha çok sevmeli ve ona itaat etmeliyiz. Çün­kü biz, bir peygamber olarak onu sevmek ve ona itaat etmek için inandık. Onu gereği gibi sevmez ve emirlerini yerine getirmezsek ona olan imanımızın ne manası ka­lacaktır?!   Peygamberimizi yakından tanıyan ve ona gönülden inanan ashab, onu sevmede, ona saygı duymada ve ona itaat etmede müstesna örnekler vermişlerdir. Harp meydanlarında, izdıraplar içinde son nefeslerini verir­ken bile hep onu düşünmüşler, hayatları pahasına da olsa ondan gelen emirleri büyük bir teslimiyetle yerine getirmişler, onun huzurunda seslerini yükseltmeden adeta fısıltı ile konuşmuşlar ve onun ayağına batacak bir dikene bile razı olmayıp, hayatlarım tehlikeye atmayı göze almışlardır. Daha sonra gelen müslümanlar ve ecdadımız da bu hususta canlı numuneler vermişlerdir. Ancak son zamanlarda maalesef, Hz. Peygamber'in sünneti ve onun hadislerinin sıhhati hakkında bir takım mesnetsiz ve aslı olmayan iddiaların ortaya atıldığı, "Kur'an Müslümanlığı" gibi, -sanki İslâm sadece Kur'an'dan ibaretmis gibi- Hz. Peygamberi ve onun sünnetini dışlayıcı, sünnetin dindeki yeri ve değerini düşürücü, hatta daha da garibi geri kalmışlığımızın sebebi olarak sünneti gösterici ve yine-haşa, Peygambere ve onun sünnetine bağlılığı gizli veya açık bir şirk olarak vasıflayıcı talihsiz bir takım konuşmaların yapıldığı, makalelerin ve kitapların ya­zıldığı görülmekte, halk arasında da bu görüşlerin bir yansıması olarak, sünnete itaat konusunda bir gevşekliğin ortaya çıkmakta olduğu müşahede edil­mektedir. İşte bu sebeple biz tekrar Kur'an'a dönerek konu ile ilgili ayetleri bir kere daha gözden geçirme ihtiyacı duy­duk. İlgili ayetleri tesbit edip onbir başlık altında tasnif etmeye çalıştık. Ve bir kere daha gördük ki, Yüce Allah Kur'an'da Rasülünü ve ona itaati, dolayısıyla onun sünnetini her yönüyle tahkim etmekte, çok değerli ve sağ­lam bir yere oturtmaktadır. Nitekim bu ayetlerle, Yüce Allah, Rasüle itaatin kendisine itaat demek olduğunu, kendisini sevme iddiasında bulunanların bu sevgilerini ancak Rasüle itaat et­mekle isbat edebileceklerini, Rasülün hakemliğini kabul edip onun verdiği hükme gönülden teslim olmadıkça mü'min olunamayacağını gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır. [*:Bu makale, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Falı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mevlüt Güngör’ün;1996 yılında Emirler Matbaacılık tarafından basılan(İstanbul)  “Kur’an-ı Kerim’in Hz.Peygamber’in Sünnetine Verdiği Değer” isimli risalesi esas alınarak kaleme alınmıştır.]