Atatürk Kastamonu’yu ziyaret etmişti.
Orada bir kışlaya da uğramıştı. Koğuşları geziyordu. Her koğuşta birçok vecizeler vardı. Güzel sözlerdi bunlar.

Bir koğuşta büyük bir levhaya bir yazı ilişti gözüne.
"Bir Türk on düşmana bedeldir." yazıyordu.
Atatürk bunu görünce birdenbire durdu, yüzü değişti, gözleri daldı.
Sonra sert bir sesle:
"Hayır!, hayır! BİR TÜRK DÜNYAYA BEDELDİR"
dedi.

Buradaki söylemi ırkçı bir söylem olarak algılamamak gerek.

Bu topraklarda yaşayan ve hangi etnik kökenden olursa olsun Anadolu topraklarını savunmak adına savaşlarda canını seve seve veren ülke evlatları için söylenen onur duyulası bir söylemdir.

*

Avrupa Futbol Şampiyonası Almanya'da başladı.

Dortmund'da oynanan ilk maçımızı Gürcistan karşısında 3-1 azandık. Özellikle Arda Güler'in muhteşem gol ülke olarak bizleri hem sevindirdi hem de büyük bir gurur yaşattı.


Şampiyonanın Almanya'da oynanması, bizleri de Almanya gibi ev sahibi ülke yaptı.
Bu şampiyonadan çok umutluyuz. Size güveniyoruz

Teşekkürler bizim çocuklar.


*


Almanya, kara gurbet...

Yaşamak bir varoluş olduğu kadar mücadele ruhunun da devam ettiği bir süreçtir aslında.

Yeni doğmuş bir bebeğin ağlaması yahut kaplumbağanın tavşanla yarışabilmesidir mücadele.

Mücadele ruhunu kaybedenin gözü darağacındadır. Kolay yoldur son vermek.

Yaşayabilmek büyük bir iştir.

Yaşamak bir umuttur.

Yaşamak tutunacak dal aramak ve en önemlisi de bulabilmektir.

*

Neden Almanya'da ev sahibi ülke gibiyiz?

Biraz eskilere gidelim.

Bundan neredeyse elli yıl önceydi.

Büyük bir kesim halkın zor geçinebildiği, çaresizliğin baş gösterdiği ve mücadele ruhunun azalmaya başladığı zor yıllardı.

Çoğunluğu Almanya’ya olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkelerine vasıflı vasıfsız işçi alınacağını anons etti radyolar.

Mahalle ve köy kahvelerinde listeler hazırlandı.

Büyük bir bölümü vasıfsız erkeklere gurbet yolu göründü...

Ne gariptir ki ekmek, yıllarca bir karış toprağımızı vermemek için savaştığımız ülkelerde kazanılacaktı.

Elif Bacı eşini, Fatma Nine oğlunu, Küçük Zeynep babasını yolcu etti gurbete.

Adına da filmlerde hep ‘Kara Gurbet’ denen bir yolculuktu bu.

Gidip, para kazanıp döneceklerdi.

Sanki ikinci bir askerlik gibiydi bu gidiş.

Teskeresi de, çuval çuval Deutche Mark.

***

Günümüzde ilk kuşak gurbetçiler olarak adlandırılan emekçilerimizin ilk gidiş amaçları, sadece ve sadece para biriktirip geri dönmekti.

Sarı saçlı kadın görmek, apartmanda yaşamak ve evin içinde tuvaletin olması tuhaflarına gitti ilk gördüklerinde.

Daha sonra tabi ki alıştılar.

Bekarların çoğu kendi memleketinden bir kızla evlendi.

Evliler, eşlerini ve çocuklarını da götürdü gurbete.

Yıllarca çalıştılar, çalıştılar, çalıştılar…

Her izne geldiklerinde yaşadıkları ülkenin sosyal haklarını dillerinden düşürmediler.

Mercedes’lerini dereden akan suyla köpürte köpürte yıkadılar.

Bazıları, gurbette gece gündüz fabrikada ve temizlik işlerinde çalıştıklarını gizleyip krallar gibi yaşadıklarından bahsettiler.

Geri kalmışlığımızı sürekli dile getirip, ‘insana değer yok ülkemizde’ dediler hep.

Gurbetçilerimiz için Avrupa’ya adaptasyon o kadar da kolay olmadı.

Almanya’da yaşayan değerli dostum Erhan’ın, kendisini tanımaktan ve hemşerisi olmaktan onur duyduğum babası Erdin Amca, ilk izne geliş hikayesini anlattı…

İnşaat ustası olarak gittiği Almanya’da izin zamanı gelen genç Erdin’in o yıllarda Opel Kadett otomobili varmış.

Şoförlüğü de çok iyi değilmiş.

Türkiye’ye gidecek yolları bilmiyor,

Yabancı dil bilmiyor,

En önemlisi de gümrük kontrollerinden geçeceği Balkan ülkelerinin kültürlerinden bihaber,

Ülke sınırına kadar gelsem gerisi kolay diyor ama bırak sınırı, yaşadığı Frankfurt’tan hangi yöne doğru gideceğini bile bilmiyormuş.

Eşyaları yüklemiş arabasına, rotasını bilmeyen göçmen kuşlar misali koyulmuş yola…

Neyse ki Türk plakalı bir tır kamyonu görüp takip etmiş…

Belli ki Türkiye’ye gidiyormuş bu koca araç.

Artık emir komuta tır şoföründeymiş.

Adam nerede acıktıysa orada yemek yiyor, nerede ihtiyaç molası veriyorsa orada duruyormuş Erdin amca…

Ama işin en garibi, adamla tanışmadan, hatta takip ettiğini hissettirmeden,

Tır kamyonunun peşinde, günler süren yolculuktan sonra Türkiye’ye gelmiş.

*

O kadar çok kişi gurbete gitti ki o yıllarda, hemen hemen her aileden birileri gurbetteydi.

Artık ülkemizdeki popüler kültür, filmler, hatta dinlenen müzikler bile ayrılık, hasret ve gurbet kokuyordu.

Örneğin gurbetçiliğin simgesi Ferdi Tayfur, Avrupa’da ve Türkiye’de milyonlarca hayran kitlesine kavuştu.

Kimileri eşlerini ve çocuklarını yanına alıp gurbette yaşamaya devam ettiler.

Kimileri memlekete dönmeyip yabancı kadınlarla evlendiler. Ancak kültür çatışmasından dolayı bu evliliklerin çoğu ayrılıkla sonuçlandı.

Kimileri 30 yıl çalışıp tek kelime Almanca öğrenmediler.

Kimileri din tacirleri tarafından kâr payı vaadiyle dolandırıldılar.

Kimileri güvenip aldıkları yazlık evlerin deniz kumundan yapıldığını izne geldiklerinde kendi gözleriyle gördüler.

Kimileri akrabalarına verdikleri borç paraları geri alamadılar.

Kimileri dönmek istemelerine rağmen çocuklarını ikna edemedikleri için dönemediler.

Kimileri ülkemizde iş kurmaya çalıştılar ancak çoğu, işlerini kaybedip tekrar geri döndüler.

Çünkü artık Türkiye;

Mahallelinin arkalarından bir tas su döküp gözyaşlarıyla gurbete uğurladıkları Türkiye değildi.

*

Vazgeçmek zordur…

İlk yıllarda geri dönme hayaliyle yaşayan gurbetçilerimizin çoğu, Avrupa’da yaşamaya devam ettiler.

Çünkü onlar, geri dönmek istemeyen çocukları ve torunları için

Bütün hayallerinden vazgeçtiler…

Sağlıcakla...