Eğitimde hızlandırılmış eğitimi yaşadık, gördük. Ulaşımda hızlandırılmış treni de yaşadık. Ama siyasette hızlandırılmış yoldan profesör olanı görmemiştik. Sayın Nazilli Belediye Başkanımız, bunun ilk örneği olmuşa benziyor. Diplomasız da olsa, ne yazık ki siyaset profesörü gibi davranışlar sergiliyor. Çoğu kez, 5 Eylül Nazilli’nin hovardaca para savurganlığı yaptığı ay olmuştur. Bunlardan bir örnek vereyim. Esat Ergüler, görevden ayrılırken 9 milyon lira para bırakmıştı. Belediye başkan yardımcısı olan kişi, Eylül ayında Nazilli’ye Lale Devri yaşattı. Bir ay boyunca sanatçılar getirdi, Ramazan şenlikleri, eğlenceler derken 9 milyon lirayı har vurdu, harman savurdu. Paranın altından girdi, üstünden çıktı, kuruşuna kadar harcadı. Sonra da Nazilli’de alay konusu oldu.

Ertuğrul Başkan da bu rüzgara kendini kaptırmış. Nazilli’nin kurtuluş günü için sanatçı Haluk Levent’i Nazilli’ye getirdi. Sağ olsun, bu yanlışı gazeteci arkadaşlar sorular sorarak gün yüzüne çıkardı. Gazeteci arkadaşlarım için "İyi ki varsınız" diyorum. Başkana, "Borç içinde nefes alamıyoruz diyorsunuz, 5 Eylül’de 2.5 milyona sanatçı getiriyorsunuz. Gömü mü buldunuz başkan?" diye sordular. Siyaset profesörü başkan, "Bu parayı belediyeden değil, özel bir müessese karşıladı" deme cehaletini gösterdi ve daha büyük bir hata yaptı.

Ben buradan Sayın Başkan’a soruyorum: Sayın Başkan, bu zamanda kim kime karşılıksız 2.5 milyon lira verir? Bu parayı veren, bunun karşılığında belediyeden ne alacak? Ayrıca, belediyede başkanlık katına vatandaşın çıkmasını engellemişsiniz. Allah aşkına, bu nasıl bir uygulama, bir örneği nerede var? Sayın Başkan, seçimlerde "Makamım 7-24 size açık" diyen siz değil miydiniz? Bu uygulamalar, bir siyaset dahisinin değil, güç zehirlenmesi yaşayanların işidir. Bir vatandaş beni aradı ve "Abi, başkan 4. kata salıncak kuracakmış, doğru mu?" diye sordu. Cevap veremedim, sadece "Yakında Nazilli’ye döneceğim. Bunlar, başkana yakışmayan, ne oldum delisinin yapacağı işler" diyebildim.

**

BUGÜN ERKEN SEÇİM OLSA!

Partiler, içine düştüğümüz ekonomik sıkıntıyı oya çevirme algısını hızlandırdı. Yandaş basın ile muhalefet basını arasında algı yaratma yarışı tüm hızıyla devam ediyor. Muhalefet, 22 yıldır anketlerden umut beklerken, aynı zamanda bu süreçte patinaj yapıyor. Maalesef parti menfaatleri milli menfaatlerin önüne geçti. Bu yanlışların sonu nereye varır, bilmiyorum. Millete kendini anlatamayanlar, anketlerden umut bekler hale geldi. Yapılan son anketlerde ilginç sonuçlar açıklandı.

Ankette "Erken seçime gidilmeli midir?" sorusuna katılımcıların yüzde 53'ü "evet" derken, yüzde 41'i bunca ekonomik sıkıntılara karşı "gerek yok" demiş. Bu sonuç, sahaya inmekten kaçınan, masa başında hükümet kurup hükümet yıkan ve "demokratım" diyenleri düşündürmeli. Bana göre bu sonuç, inadına siyasetin bir yansıması. 22 yıldır hep böyle olmadı mı?

Önümüzdeki 6 ayda ekonomi iyiye mi gider, kötüye mi gider sorusuna katılımcıların yüzde 16'sı "iyiye gider", yüzde 69'u ise "kötüye gider" demiş. Türkiye’nin en önemli sorunu nedir sorusuna katılımcıların yüzde 44'ü "ekonomi" derken, yüzde 56'sı bu soruya cevap vermemiş. Bu durum oldukça düşündürücü. Milletin büyük çoğunluğunun şikâyetçi olduğu sığınmacılar ve adalet-hukuk konularında ise şikayetçi olanların oranı ankette yüzde 10 civarında seyrediyor.

Bugün seçim olsa kime oy verirsiniz sorusuna yüzde 25'e yakın kararsız oylar dağıtıldığında, CHP yüzde 36, AK Parti yüzde 23, MHP yüzde 12, İYİ Parti yüzde 11 oranında oy alıyor. İyi Parti ve Yeniden Refah Partisi'nin oyları ise yüzde 5-6 seviyelerinde dolaşıyor. CHP neden yapılmasını istediği erken seçimde cumhurbaşkanının da seçimlere girmesini istiyor? Bozulan ekonomi, partilerin ne yapacaklarını da şaşırtmış durumda. İnadına algı siyaseti tüm hızıyla devam ediyor. Her parti, kendi yaptığı anketin arkasına sığınarak siyaset yapıyor. Söyleyeceğim tek şey, "Bu inadına siyaset, bizi huzura götürmez."

**

DÜN DÜNDÜR, BUGÜN BUGÜNDÜR

Rahmetli Süleyman Demirel, esprili bir siyaset üslubu olan liderdi. Mekanı cennet olsun. Hakaret yerine siyasette espriyi kullanmayı tercih ederdi. Sıkıştığı zaman "Dün dündür, bugün bugündür" der, işi kapatırdı. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Demirel’in bu üslubunu benimsiyor ama uygulamada hatalar yapıyor. "Dün dündür, bugün bugündür" diyemiyor.

Son olarak, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad olayında olduğu gibi, Mısır Devlet Başkanı Sisi konusunda da aynı hataları yaptı. Yüzde 52 oyla Mısır Cumhurbaşkanı seçilen lideri darbeyle deviren Sisi, 50 kişiyi idam etti. Cumhurbaşkanımız onun için "O eli kanlı canidir" demişti. Onunla aynı masaya oturup, onu masumlaştırmam demişti. Sonra ne oldu? Sayın Cumhurbaşkanı, Türkiye’ye davet ettiği Sisi’yi ağırladı. Aynı masaya oturdu, "Filistin konularında aynı düşüncedeyiz" dedi. Sayın Demirel’in söylediği gibi, "Dün dündür, bugün bugündür" diyemedi. İnadına siyasetin esiri olduğunu gösterdi. Bu yüzden muhalefetin hedefi oldu ve ağır eleştirilerin odağına yerleşti. Sanırım Sayın Cumhurbaşkanı, muhalefetin kendisine saldırmasından zevk alıyor ki buna izin veriyor. Belki de onun da bildiği bir şey vardır, diyorum.

**

MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLERİYİZ

Kara Harp Okulu'nun mezuniyet töreninde genç teğmenlerin "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganı milleti uyandırdı. Ülkemizde siyaset, iktidarın ne derse muhalefetin tersini iddia eder hale geldiği bir süreçte yapılmaya başlandı. Herkes, herkese terörist ya da cemaatçi demekten geri kalmıyor. Açıkçası, "At izi it izine karıştı." İşi bilenlerle işi bilmeyenler ayırt edilemez oldu. Dili olanın her şeyi konuştuğu bir dönem yaşıyoruz. Kavramlar birbirine karıştı. İşte böyle bir dönemde, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne katılmak için çiçeği burnunda genç teğmenlerin yemin törenindeki "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganı Türkiye’yi uyandırdı.

Bu olay, her geçen gün ülkede yükselen Mustafa Kemal sevgisinin sonucudur. Bu ülkede her şeyle oynayabilirsiniz, her şeyi tartışabilirsiniz. Ama Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, bağımsızlığımızı sağlayan Mustafa Kemal Atatürk'ü eleştiremezsiniz. Ona dil uzatamazsınız. O, dünyanın imrenerek saygı duyduğu bir milli kahramandır. Ona hakaret, bu vatana ihanetle eşdeğerdir. Bunları yapan, laik cumhuriyete karşı olan bir zihniyettir. Üniter devlet yapımızı, tek bayrak, tek vatan anlayışımıza karşı olan hainlerdir. Bu konuda milletimizin her geçen gün hassasiyetinin arttığını görüyoruz. Genç teğmenlerin hassasiyeti de budur. Bu, bir siyasi mesaj değildir. Türk ordusunun Atatürk ilkelerine bağlılığının bir ifadesidir.

Genç teğmenler ne demeliydi? "Avrupa Birliği’nin askerleriyiz" mi demeliydi? "Amerika’nın askerleriyiz" ya da "Cemaatlerin askerleriyiz" mi demeliydi? Geçiniz bunları. Ne yazık ki siyaset, bu olaydan bile kendisine puan alma peşine düştü. İktidar da bu olaydan kendisine ders çıkarmalı ve milletin mozaik taşlarıyla oynanmaması gerektiğini görmelidir. Milli huzur, Atatürk yolundadır. AK Parti iktidarının, genç teğmenlere soruşturma açmayıp "onlarla aynı amaçtayız" demesini bekliyorum. Genç teğmenlerimizin milletimize güzel bir ders verdiğine inanıyorum. Şu bilinmeli ki hepimiz milletimizin beka meselelerinde Atatürk’ün askerleriyiz.