Türkiye’de hemen her toplumsal olayda yaşanan en büyük sıkıntılardan biri, polis ve halkın karşı karşıya getirilmesi. Olayların doğasına baktığımızda, genellikle iki taraf arasında suni bir çatışma yaratıldığını görüyoruz. Çoğu zaman olayların gerçek sebebi unutuluyor ve mesele, “halk vs. polis” gibi yanlış bir noktaya taşınıyor. Oysa ki, polis de halkın bir parçası. Onlar da bu toplumun içinden çıkan, aileleri, sevdikleri olan insanlar.

Bu çatışmaların fitilini ateşleyen en büyük unsur ise provokatörler. Hak arayan kitlelerin arasına sızıp olayları büyütmeye çalışan, polisle halkı birbirine düşürmeyi görev edinmiş kişiler, ne yazık ki her toplumsal olayda sahneye çıkıyor. Sonuç? Ortam geriliyor, polis ve halk gereksiz bir şekilde karşı karşıya geliyor, asıl mesele ikinci plana atılıyor.

Oysa polis ile halk arasında bir kavga olması neye yarar? Polisin görevi kamu düzenini sağlamak, halkın hakkını korumaktır. Halkın hakkını koruyacak olan polisle halkın birbirine düşmesi, tam da provokatörlerin istediği şeydir. Ancak bizler sağduyulu olup bu oyuna gelmezsek, provokasyonlar amacına ulaşamaz.

Toplumsal olaylarda iki tarafın da dikkat etmesi gereken şeyler var. Polis, halkın düşmanı olmadığını net bir şekilde göstermeli; halk da polisin emir komuta zinciri içinde görev yaptığını unutmamalı. Tartışmaların, protestoların ya da olayların içeriği ne olursa olsun, şiddet ve karşıtlık üzerine değil, sağduyu ve çözüm üzerine ilerlenmeli.

Türkiye’nin en büyük ihtiyacı, halk ve güvenlik güçlerinin el ele vererek provokasyonları boşa çıkarmasıdır. Hepimiz aynı gemideyiz ve birbirimizle savaşarak hiçbir yere varamayız. Fikir ayrılıklarımız olabilir, ama düşman gibi davranmaya gerek yok. Sağduyu kaybolursa, kaos kazanır. Kazanan kaos olursa, kaybeden hepimiz oluruz.