Mahlûkatın mevcudiyeti üzerinde tefekkür edildiğinde; aslında her şeyin yoklukta var olduğu müşahede edilecektir. Kâinatın ilk haline bakıldığına bu hali görmüyor muyuz? Mutlak Varlık; “ol” emrini verdiğinde, bütün mevcudat bu Emr-i Mutlak’a uymamış mıydı? Varlığını, yokluğa borçlu olan mahlûkat; yok oluşu da varlığa delâlettir. Nasıl ki çok küçük hacimli ve sonsuz yoğunluktaki “ilk” ten bu hale geldiyse; “Âlem”, yine aynı şekilde yok olduktan sonra; O Büyük Hesap Günü’nde yokluktan varlık safhasına tebdil edilecektir. Yokluktan varlığa geçişin nüvesi de küçük bir atomcuktur: Acbüz’zeneb [Muvazzaf İlm-i Kelam,Ömer Nasuhi Bilmen,S.364,İst. 1342(Rumi)]. Bu atom, insanın kuyruk sokumunda bulunur. Hesap Günü’nde bütün insanlar tekrar bu atomdan “ol” emri fermanıyla yeşerecektir.

 Bir tohum toprağa atıldığında; tohum evvela orada yok olup, daha sonra bir varlık haline gelmektedir. Toprağı yararak, arşı âlâya doğru süzülmesi, şükrân-ı nimet içindir. Bütün canlıların dünyaya gelişi, mahlûk sayılabilmesine vesile olan yokluk değil midir?

 Hakiki Mabud’a teveccüh, insanın kendi içinde yok olmasıyla mümkündür. Bütün benliğini; ednaya ait ne varsa bertaraf edip; yokluğa seyr-ü sefer etmesi; acziyete, mahviyete yönelmesi, yokluk sayesindedir. Yok, olmayı bilmeyen, varlığın kıymetini anlayamaz. Yokluğa yelken açmayan, varlık deryasında yüzemez. “Ene”yi yok edemeyen; insanlıktan(nisyan) kulluğa tekâmülü mümkün değildir. “Ene”yi yok etmek; nefsin terbiyesidir. “Öteki”aleme gidecekmiş gibi hareket etmek lazımdır. Bu da ölmeden önce ölmek ile olur. Muhasebeye tabi tutulan mahlukun (ademoğlu) yokluğu da varlıktır.

 Varlık sebebi olan; yokluk varken, o var olan Yüce Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “(Kıyamet gününde) hesaba çekilmeden (dünyada) kendi muhasebenizi yapın, (amelleriniz orada) tartılmadan önce siz onları tartın” ve yine başka bir hadisi şeriflerinde Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Akıllı insan nefsini ıslah edip ölümden sonrası için çalışan kimsedir. Ahmak da, nefsine uyup Allahü Teâlâ’ya karşı boş yere ümit bağlayandır.”

 Mevcudiyetin nazarı itibarı, nefsin yok edilmesine bağlıdır. Fenafillah; kalıcı olanı geçiciye tercihle mümkündür. Dünyayı gölge gibi takip ederek yokluğun imkânsızlığı; önde iken fani olanın seni ta ki, ölmeden evvel ölmenin ta kendisidir.

 Mevlana Celaledd-i Rûmî Hazretlerinin buyurduğu gibi:

 Ey insan öl ölmeden önce

 Böylece ölüm geldiğinde acı duymayacaksın

 Öyle bir ölüm ki nura girer gibi

 Girdiğin kabre ölüm yoktur.

 Nura girer gibi bir sonun mevcudiyeti, ancak yoklukla olur. Mahviyetle olur. Dost’a ulaşmanın vasıtalarını hakkıyla yerine getirmekle olur. Şimdiki varlığın gelecekteki yokluğa rabıtası, hakiki sevgiliyi aramaktır. Yine Mevlana Hazretlerinin dediği gibi:

 Ey can, sevgiliyi ara, Ey dost, Dost’u ara,

 Ey nöbetçi, uyanık ol; nöbetçiye uyumak olmaz..

 Her tarafta feryat ve kargaşa, her caddede kandiller ve meş’aleler,

 Velud dünya bu gece için ölümsüz bir dünya doğurur.

 Topraktın ve kalp sahibi oldun, cahildin, hikmet sahibi oldun,

 Seni buraya çeken, Kendi çekişiyle seni Öte’ye çekecek.

 Yokluktan (toprak-cahil) varlığa (kalp-hikmet); tekâmülün, evvelemirde yokluğa tahammül ile yokluğu kabulleniş ile; yokluğa adanmış bir ömür ile mevcudiyetin hükmü caridir. Yok oluşa hızla giden bir âlemde (dünya) hakiki bir yokluğa vuslatın Yüce Allah’ın (c.c.) varlığını kabullenişe şahit olmakla mümkündür. Şahitlik ise kulluğun icaplarını yerine getirmekle; yani “ene”yi yok etmekle olur (2004).

TEŞEKKÜR: Validemi ebedî istirahatgâhına uğurlamamız vesilesiyle cenaze merasimine bizzat iştirak eden dostlarımıza, telefon ve mesaj ile taziyelerini ileterek yanımızda olan herkese şükranlarımı arz ederim.