Günümüzde cereyan eden hadiseleri tahlil edebilmek için cemiyetin üç zamanını (geçmiş-an- gelecek) etkileyen tarihi tecrübeye vakıf olmak, meselinin bam telidir. Çözüm üretebilmek, fikri naslardan kurtulmak, derin tarihi hikmeti asrımıza uygulamak; ancak değişim ile muhafaza dengesini tutturabilmek ile mümkündür. İnsanoğlunda, beşer olmanın gereği olarak bilinmeyenlere, tecrübe etmediği şeylere karşı muhafaza içgüdüsüyle hareket etme hissiyatı hâkimdir. Umumi kanaate göre, maceraya atılmaktansa mevcudu koruyarak, önünü görerek, geçmiş tecrübelerden istifade etmeyi düşünüp adımlarını ona göre atmanın saikiyle hayata devam eder. Şuur altındaki muhafaza duygusu bütün hayatına yansır. Ferdi tercihin bu yönde olması, toplumun da gelecek ufkunu bu politikalar belirler. Dolayısıyla bir milletin kültürel hayatından dini inancına; edebiyatından sanatına; hukuk sahasından iktisadi anlayışına; tarihine bakışından sosyal hadiselere yaklaşımına; velhâsılı medeniyet inşasına kadar her şeyini muhafaza içgüdüsüyle şekillendirir. Bu telâkkî ile değişime karşı olan endişeli bakışı hâkim unsur haline gelir. Aslında değişime muhalif değildir; ancak sahip olduğu “şey”lerden ne kadarının elinden çıkacağını; zaferle mi yoksa hezimetle mi karşılaşacağını bilemediğinden ihtiyatlı bir davranışı sergilemesi tabiidir. İşte, cemiyette var olan bu fikrî kalıplar, toplumun bütün hayatına yansımıştır. Zikredilen toplumdan neşet edecek olan siyaset tarzına da, korumacılık anlayışının egemen olması kaçınılmazdır. Siyasete yön veren teşkilâtların başındaki kişilerin ( buradaki siyasetin modern veya modern öncesi olması açısından bir farklılık yoktur) yönetime katılımları, siyaset felsefelerini buna göre tespit etmeleri “muhafazakârlığın” bulunduğu yere göre muhalif unsurları da belirlemiştir. Artık bundan sonra muhafazakâr ve muhalifleri şeklinde tefrikalar kendisi tarih içinde göstermiştir. Muhafazakâr Değişim, esas itibariyle anlatılmak istenilen hususa çaredir (2005 tarihinde çıkan Muhafazakâr Değişim adlı eserimizde ayrıntılarıyla ifade etmiştik). Muhafazakâr Değişim kitabımızda şöyle bir giriş yapmıştık: “Geleceği emin adımlarla arşınlayabilmenin yolu; geçmişteki tecrübelerden azami derecede istifade ile mümkündür. İstikbal inşasını kendine dert edinenlerin ana insiyakı; “muhafaza” edebilmenin gayreti hep ön plânda olmuştur. Geçmişi olduğu gibi “an”a ve “âti’ye taşıma lüzumsuzluğu ile debelenenler ile yine “maziyi” olduğu gibi taşımanın gayretkeşleri de/ gayretkeşliği de uç noktaların iştigal ettiği sahalardır. Burada yapılmak istenen; “köksüzlük” ile “geri dönücülük” arasında gel git dengesinin bir türlü tutturulamamışlığı açığa çıkarmaktadır. Hakikatte ise toplumların şuur altında mevcut bulunan “koruma” telâkkîsi doğru zemin ve zamanda yerli yerine oturtulabilirse tekâmülün gerçekleşeceği muhakkaktır. İşte, bir türlü kurulamayan değişim ile muhafaza arasındaki denge; devamlı suretle fikrî ve siyasi münakaşaların vasatını oluşturmuştur. Değişmeyen tek şeyin değişmek ile yaşamayı öğrenmek uğruna, “değerlerin” buna feda edilmesi; karşı çıkışların mevzi kazanmasına zemin hazırlanmıştır. Bunun, birlikte olabileceği fikri üzerinde durma çabaları ise hüsranla demeyelim; ama tahrif edilmiş bir muhafazakârlığı ve değişimi meydana getirmiştir. Esas itibariyle değişmek için yok etmenin gerekmediğini; “asıl” olanı bertaraf ederek, muhafazakâr olunamayacağını; bilakis tarihimizde “gizli olmayan” hazinelerin gün ışığına çıkarılarak “denge”yi bulmanın mümkünlüğüne müdrik olmalıyız. Yani, gelecek inşasını, geçmişle birlikte; tasfiyesiz, tahrifsiz, taklitsiz bir telâkkî ile mümkündür.” Devam edeceğiz, inşallah.