Millilik, millet sevgisi, vatan sevgisi, milliyetçilik, bunların bizdeki karşılığı batıdakinden tamamen farklıdır. Garbın milliyetçiliğe yaklaşımı, ona yüklediği anlam ‘ulusçuluk’tan ibaret olduğu için “ırki” tarafın öne çıkması tabiidir. Dolayısıyla batı merkezli milliyetçilik tarifini bize olduğu gibi nakletmek, umumileştirmek; ilmî bir tanımlama olamaz. Çünkü batı milliyetçiliğinin aslî unsuru ırkidir. Meseleye bakışları biyolojiktir. Dinî ve lisanî bir vasıfları olmadığından ötürü lâ-dini bir mefhum olan “ulus” tam da karşılığıdır. Mesela, bir Alman ulusçuluğu, bir İtalyan Faşizmi, tamamen ulus odaklı değerler yumağına bağlılık olarak kabul edilir ve tatbikatı da böyle olmuştur. Bu şekil “ulusal değerlere” bağlılık adı altında ırkçılık felsefesini esas alan bir “ulusçuluğu” nasıl kendi kıymetlerimize dâhil edeceğiz? Hangi saikler bizi aynı tarifin şemsiyesi altında buluşturacak? Mahreçlerinde bile farklılık arz eden bir ulusçuluk ile din ve dil merkezli müşterek değerin bileşkesi olan milliyetçiliği aynı kefeye mi koyacağız? Zaten ülkemizdeki “ulusçuluk” ve “milliyetçilik” çatışması da bu noktada başlamaktadır. Hiçbir zaman birlikte olması tahayyül ve tasavvur edilemeyecek bir beraberliğin, ayını maksada matuf hizmetin mümkün olmayacağı da ortadadır. Böyle fikirlere sahip olanlar,“kendi” çıkarları veya ideolojilerine göre hareket etmektedirler. Zira bizde batı merkezli ırkçılık, milliyetçilik olarak ve millî değerlere bağlılık mesabesinde belirleyiciliği olamaz. Tayin edici bir âmil değildir. Bu gibi fikri telakkiye sahip olanlar ulusçuluğun emrindeki müstemleke zihniyetlilerdir. “Evrenselcilik” adına, millî hissiyatı istismar edenler, millî hasletlerimize zarar vermekten başka hiçbir vazife icra etmemektedirler. Bizim, yani Müslüman-Türk milletinin milliyetçilik telâkkisi,“vatan sevgisi imandandır” düsturunu merkez alan bir anlayışın ifadelendirilmesidir. Çatısını ve temelini bu fikirle inşa etmiş milliyetçiliği, “kültürel milliyetçilik” olarak nitelemek de maalesef aslî unsuru yok saymaktır. Bu tanımla hareket noktasını tayin eden zümreler meseleyi asıl mecrasından saptırarak millet unsurunu kültürle eşdeğer saymışlardır. Kültürel milliyetçilikten söz etmek de biyolojik ırkçılıktan veya dinî ırkçılıktan (Siyonizm gibi) bahsedenlerle paralel düşünmeyi iktiza ettirir. Böyle bir tarif, hâkim unsurun ihmal edilmesi demektir. Hâlbuki millet ve milliyetçilik, aslî unsurun bütün tebaayı kucaklayarak; farklı tabakaların huzurunu temin etmekten geçer. O ruhu tesis eden şey ise, içi din ile doldurulmuş millet teşekkülünü hayata geçirmektir. Milletin müdafii olan milliyetçilik bütün tarihî geçmişi bünyesinde barındıran bir anlayışın ürünüdür. Milliyetçiliğin harcını oluşturan ana unsurların ehemmiyeti, bunlara tabiliğimizin derecesiyle ölçülür. Aslî unsurlarımız ise, tarihimiz, kültürümüz, edebiyatımız, mûsîkimiz, sanatımız, âdetlerimiz, törelerimiz, sahih geleneğimiz, lisanımız ve en mühimi de dinimizdir. Muharref olmayan, tahrifata maruz kalmamış; bunlarla yüz yüze olanların da tecdidi ile teçhiz edilmiş bir milliyetçiliğin “kültürel milliyetçilik” ile bir irtibatı olabilir mi? Kültürel milliyetçiliğin Osmanlı Millet Sistemine tekabül ettiği iddia edilirse, o zaman zaten mesele hal edilmiş demektir. Zira Osmanlı Millet Sisteminin temeli, hâkim unsurun, yani Müslüman-Türk anlayışının asıl olduğuna delâlettir. Burada kültürel milliyetçilikten bahsedilemez. Bazı aydınların böyle bir tarifle kelimeye anlam yüklemeleri, ulusçuluğun amacına hizmet edenlerle aynı safta olduklarına işarettir. Dolayısıyla şu hususları ayan beyan ortaya koyarsak mefhum kargaşalığı biraz olsun aralanabilir: Milliyetçiliği besleyen ana unsur din ve dildir. Bunlardan neşet eden sahih gelenektir. Milletin kıymetlerinden oluşmuş kültürdür. Tarihtir, sanattır, edebiyattır, mûsîkidir. Bu vazife idrakinin ve gelecek ufkunun meydana getirdiği medeniyettir. Dinsiz bir millet nasıl yok olmaya mahkum ise, aynı şekilde dinî, dili ve sahih geleneği merkez almayan bir milliyetçilik de kadük kalmayı hak edecektir. Tabansız ve tavansız, kendinden menkul gayelerle yola çıkanların varacağı nokta ulusçuluktur. Şimdiye kadar kendimizi aşamadığımız ve fikir dünyasında fırtınalar kopan bu zihniyet zaman aşımına uğramıştır. Tek övünme kaynağımız olan birbirimizi yeme alışkanlığından kurtularak; bölgemizden ve hinterlandımızdan bütün dünyaya “Türk” gibi düşünen bir zihniyetin varlığını tesis etmeliyiz. İçimizdeki ve dışımızdaki her türlü imkânları kullanabilen; daha evvel var olan ruhu tekrar diriltip şaha kaldırmalıyız. (21.02.2004).