Esas itibariyle burada Peygamberimizin (sav) -Müslümanlar için- korktuğu şey, dünyaya meyil ve cahiliye devri adetleridir.  Yani sefih hayata rücû…  Sefahatin göstergesi dünya nimeti değildir.  Dünyaya dalıp asıl vazifeye bigâne kalmaktır.  Sefahat, sefih, görüş ve düşüncede heva ve hevese uymak, akıl ile değil zevk ile hareket etmektedir. İbn-i Haldun’un Mukaddime isimli kitabında “Kabilelerin Devlet Olmalarının Önündeki Engelin Lükse ve Sefahata Dalmaları Olduğu Hakkında” başlıklı on sekizinci faslında safahat girdabını şöyle tanımlar: “Onların çocukları ve torunları da bu bolluk içinde yaşarlar ve asabiyetlerini korumak için yapılması gerekli işlerle ilgilenmezler. Öyle ki bu onlarda artık yeni bir tür ahlak ve tabiat haline gelir. Birbirini takip eden kuşaklarla birlikte asabiyetleri, cesaret ve yiğitlikleri daha da zayıflar ve nihayet, içinde daldıkları lüks ve sefahatin derecesine göre hükümdarlık(devlet olma) emelleriyle birlikte bu özelliklerinin de yok olup gitmesine seyirci kalırlar. Evet, lüks ve sefahat içinde yaşamak üstünlük ve galibiyeti sağlayacak olan asabiyeti ortadan kaldırır. Asabiyet yok olunca da, bir kabile, ulaşmak istediği hedeflere ulaşmamasın bir yana, kendisini korumaktan da aciz kalır ve başkaları onu kendisine tabi kılar.”(1)  İstişareden kaçan, müşavere etmeyi zül kabul eden bir zihniyet; artık, kapalı kapılar arkasında  “yeni duruma”  uyum sağlayarak liyakati “es” geçmeye başlayacaktır.   Büyük devlet adamı Nizamülmülk’ün 922 sene evvelki şu endişeleri ve tespitleri dikkat çekicidir: “Veziri kifayetsiz olduğu zaman padişah gafil davranıp divandan bir amil yerine iki, üç, beş, yedi ve hatta otuz amil (eken: iş yapan) tayin etmemelidir. Bugün, hiçbir yeteneği olmayan adamın üzerinde on iş birden mevcuttur. Başka bir işi gözüne kestirirse onu da almak ister; kendisine ‘Gümüşü başka bir maden cevherine çevirmek gerekiyor’ deseler, ‘Çeviririm’ der ve işi ona verirler. Bu adamın işin ehli olup olmadığını, kifayetli mi değil mi, bilgisi, muameleyi tecrübesi ile yürütüp yürütemeyeceğini, üzerine aldığı bu kadar çeşitli işi başarıp başaramayacağını düşünmezler. Buna mukabil kifayetli, güçlü, lâyık, mutemet be mütehassıs elemanları işten mahrum ederek, evlerinde boş oturmaya mecbur bırakırlar. Dirayetsiz, meçhul ve ne idüğü belirsiz bir kişinin üzerine bu kadar işin neden verildiğini, buna karşılık herkes tarafından başarısı bilinen, soylu ve mutemet kişinin boş dolaşmasını kimse anlayamaz. Özellikle hizmetleriyle devlette hak sahibi olmuş, yaptıkları beğenilmiş, liyakati görülmüş kişiler, muattal ve mahrum bırakılmışlardır” (2) İstişare zincirinin kopması sefahat girdabına sürüklenmek demektir.  Sefahat, maddeci zihniyeti hâkim kılar.  Maddeci zihniyet, kapitalist fikrin her safhada hâkim olması anlamına gelmektedir.  Kapitalist fikrin hükümran olduğu yerde zayıfın ezilmesi kaçınılmazdır.  Bezirgânlığın adaleti olmaz.  Güçlünün zayıfı köleleştirmesi ana gaye haline gelir.  Bunun neticesinde adalet duygusu zayıflar ya da yok olur.  Artık her  “yerin” bir hâkimi vardır.  O yerin hâkimi mevcut konumunu korumak uğruna istişareyi terk edip sefahate dalma pahasına küçük hesapların peşinde canhıraş koşacaktır, artık.  “Hukukta eşitliği gözetmek, zulmü bırakmak ve hakkı sahibine vermek”(3) anlamında kullanılan Adl veya adalet; kartopu gibi adaletsizliğin zulme dönüşmesi karşısında: “De ki; Rabb’ım adaleti emretti” (7/29) emri ilâhisi hükümsüz kalırsa başta kim olursa olsun zulme ortaktır.   Hâlbuki Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler, Allah için adaleti ayakta tutup, gözetilen şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe götürmesin. Adaletli olun. Bu takvaya daha yakındır” (5/8).  Kıstas bellidir: Makamın küçüğü büyüğü yoktur. Bulunulan her makam sorumluluğu icap ettirir.  Hangi makam sahibi zulüm ederse; zalimdir.  Zulmün en büyüğü “adaletsiz” tutumdur.  Liyakati esas almayan  “ben yaptım oldu” anlayışıdır.  Bunların tedavisi ve telafisi yoktur.  Onun için Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:  “Devlet başkanının adaletle ve hak gözeterek bir gün hükmetmesi, bir sene Allah yolunda gazadan daha iyidir” (Müslim /2564)  sorumluluğun icabıdır.  Devlet ise, her konumda idare eden, temsil vazifesini ifa ile görevli kişidir. Yeni Türkiye iddiası yerelden başlar.  Yeni bir irfanî derinliği olan mahalli teşkilat meşveretinin nüvesinin şekillenmesiyle mümkündür.  Nitelikli kuşatıcı, kucaklayıcı bir istişare ile yeni fikir ve yeniden inşasının temeli geleceğe bakmakla olur.   Dert edinmeyen bir zihniyet, elbette müşaverenin gücünden korkar.   İştişari eleştiride “bal” gibi bir netice vardır.  Bu neticeye su katanlar elbette zehir ürettiklerinin farkında değildirler. Son söz: Yeniden şekillenen bir dünyada yeniden şekillenen Yeni Türkiye’ye ihtiyaç vardır.  Yeni Türkiye mefkûresi,  istişari eşeletiri ilkesini dert edinen meşveret meclislerindedir. Bize düşen ise bulunduğumuz mahalde, istişarî eleştiriyi hayata geçirmektir.  Bu derdin şahsımıza bir getirisi olmasa da... Kısa dönemli emellerle değil; beynelmilel bir bakış açısıyla başarı kazanılabilir. Aksi, hüsrandır. Vesselam. ________________________________________________________________________ 1-  İbn-i, Haldun, Mukaddime, I, Yeni Şafak Yay., İstanbul, 2004.shf.,191 2-Nizamülmülk ,Siyasetname, Dergah Yay., İstanbul, 2011.shf.,18 3- Adem Esen, Sosyal Siyaset Açısından İslâm’da Ücret Kavramı, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1993, shf.,119