Bugün Veysel Şimşek'in bir şiiriyle başlamak istiyorum dizelerime; "Düşünmez kimseyi kendisi yutar,
Çıkarı uğruna can dostu satar,
Bu işte rezillik ne olsun beter,
Dünyayı yese de doymaz aç gözlü. Göz tokluğu her insanın karakterinde,
Açgözlünün marifeti şerrinde,
Ancak bu beklenir böyle birinde,
Herkes ne derse duymaz aç gözlü. Kendini zengin sanar üç beş kârinen,
Çalar çarpar malla mülkle yerinen,
Kaçar mı gözlerden budur görünen,
Para pul keseden caymaz aç gözlü..." Hepimizi per perişan eden depremin bir nebze gündemden düşüp, ülke gündeminin sadece siyaset olduğu bu son günlerde tarımda sağlık konusuna değinmek istedim bu haftaki yazımda. İnsanın insana yaptığı kötülüğü kimse yapmıyor.  Önceden domatesin lezzetine doyum olmazdı. Ne hormon belası vardı ne de kimyasal gübreler, dokundun mu fideye mis gibi kokardı o kırmızılar.  Tohumcular pek para kazanamazdı önceden, çünkü herkes tohumunu bir önceki yılın hasadından ayırırdı. Özenle çimlendirir mevsimi gelince tarlalara taşırdı domates, biber, patlıcan fidelerini.  Şimdi dikin bakalım aynı tohumları, verim alabiliyor musunuz? Baronlar, doğal meyve ve sebzelerin genleriyle oynayıp o yeni tohumları soktular ülkemize.  Topraklarımızın verimi azaldığı gibi, yıllar geçtikçe yerli tohumlarımız da kaybolup gitti. Buğday tohumu dahi tohumcudan alınır oldu.  *  Vahşi, kapitalizm ne vicdan bıraktı bizde ne insaf.  Kendi sağlığımızı yok ettiğimiz gibi çocuklarımızın kaderi ile de oynuyoruz.  Savaş sadece meydanlarda değil laboratuarlarda da kazanılıp kaybediliyormuş meğer.  Sadece biz değil bütün dünya, insanoğlunun doymazlığı yüzünden bu toprak, tohum ve sağlık savaşını kaybetti. Bütün dünya sağlıksız besleniyor, gübrelerle yaşıyoruz adeta. Ne eski lezzetleri bulabiliyoruz, Ne de eski günlere dönebiliyoruz…  * Bir de ziraat ilaçlarının bilinçsizce kullanımı insanoğlu için çok büyük bir tehdit.   Eşimin memleketi Balıkesir’in Gönen ilçesinde bir köy, patlıcan üretimi ile geçiniyor. Bursa’nın ve İstanbul’un patlıcan ihtiyacı bu bölgeden karşılanıyor. Bu bölgede çiftçilik yapan bir arkadaşım, ‘Patlıcan üretmeye başladığım günden beri patlıcan yemiyorum’ demesinin ne kadar ürkütücü olduğunun farkında mısınız? Önceden sadece koca koca ceviz ağaçlarımız vardı. İsrail kırması bodur cevizler yoktu o zamanlar. Kocaman belli o dev ceviz ağaçlarındaki meyveler,  mevsimi geldiğinde özel sırıklarla çırpılırdı. 5-6 çuval cevizin içinde yarım sepet kadarı kurt yeniği diye ıskartaya ayrılırdı. Geri kalan cevizler kabuklarından sıyrılıp kurutulur, bir kış boyunca sofralarımızdaki kuru incir ve zeytinyağımıza eşlik ederlerdi. O yarım sepet cevize de göz koyan insanoğlu ne yapıyor? Basıyor ilacı, veriyor zehri, püskürtüyor o kimyasalı. Kurtların kuşların nasibini de kendi cukkasına indirdiğini sanıyor ama kendi de zehirleniyor farkında değil. * Bu bilinçsizliklere bir dur demek gerek.  Yeter artık zehirlemeyin demek gerek. Bir gün bizler de hastanelerin onkoloji bölümünden sıra almaya başladığımızda tren çoktan kaçmış olacak… Sağlıcakla...