Her ne kadar bir kısım ne idüğü bilmezlerin “zulüm 1453 ‘te başladı” dese de bu fetih sadece askeri bir zafer değil. Aynı zamanda çok daha derin anlamlara haiz bir fetih hareketidir. Tecrübe ve birikimin zirvesidir. Değişim ve dönüşümün geçmişe dayandırılarak hayata geçirilen medeniyet ve sistemin muzafferiyetidir.
Tarihi tecrübe ve birikime dayandırılan medeniyet ve sistem nasıldır? Bahsi geçen sistem nedir?
Prof Dr. Andre Miquel (s.329) bu sistemi şöyle özetliyor:
“Şimdi Osmanlı başarısının gerçek sebeplerini anlatmaya çalışalım. Bu başarının temelinde savaş, arzu, heyecan, inanç ve kabiliyetleri, beylerin yüksek şahsiyetleri ve tabiatın stratejik avantajlarının yanında daha başka sebeplerde yatmaktadır. Fetihler bir sistem ve metot çerçevesinde gerçekleştirilmekte, fetihlerden sonra, fethedilen topraklarda vakit kaybetmeden hemen bir yönetim teşkil edilmekte, meslek ve ordu teşkilatına büyük ihtimam gösterilmekteydi. Devlet mekanizması, askeri dini ve siyasi içerik ve işbirliğiyle çok ahenkli bir şekilde işlemekteydi. Son olarak egemenlik altına alınan ülkelerin insanlarına reva gördükleri ve o zamana kadar görülmemiş ve duyulmamış insani muamele ve hoşgörü bu başarının arkasında yatan gerçek sebeplerdir. Osmanlılar, Bizanslılara karşı saf strateji, diplomasi ve milletlerarası konum sebebiyle inkâr edilemez gerçekçi bir politika takip ederek ve görünür bir şekilde Bizans’a yapılacak son ve kesik saldırının saatini beklerler.”
İş fetih hareketinin zeminini teşkil eden tarihi birikim bu şekilde sistemleşmişti. Mehmet Genç hocanın ifade ettiği üzere (s.319 vd shf) İstanbul’un fethi bir şehrin el değiştirmesinden ibaret alelade olayın çok ötesinde bir uygarlığın sona ermesi ve diğerinin yerini almasını ifade eden derinlikleri ve yankıları ile dünya ölçüsünde bir hadisedir. Osmanlı Devleti’nin büyük bir dünya gücü olarak tarih sahnesine çıkışı, dünya tarih literatüründe İstanbul’un fethi ile başlatılır. Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyıla kadar yaklaşık 250 yıl muhafaza ettiği bu dünya gücü olma vasfı ile onun başlangıcına yerleştirilen fetih arasındaki ilişkinin çeşitli açılardan araştırılmaya, tartışılmaya ve irdelemeye layık bir problem olduğunda şüphe yoktur.
Osmanlı Devleti, Avrupa’ya karşı Avrupa’nın dünya hâkimiyetine doğru harekete geçtiği bir zamanda Avrupa kıtasında Avrupa’nın ortalarına doğru fetihe girişmek gibi inanılması, anlaşılması zor bir başarının içinde oldular. Avrupa’nın Kanuni devrinde, Osmanlılardan en az 5 misli fazla kaynakları vardı.
Mesela Karadeniz’i ele alırsak fethin başarıları sonuçlarından biri olarak Karadeniz’in Osmanlı denizi haline geldiğini söyleyebiliriz. Karadeniz’in tarihinde ilk defa Osmanlılar bunu başardı. Ne Romalılar ne de Bizans bunda muvaffak olamadılar. Yani her siyasi kudretin fiziki olarak ulaşabileceği bir menzili vardır. Osmanlılar bu menzile Atlas Okyanusu’na veya Hint Okyanusu’na uzatmadılar. Uzatmış olsalardı daha çabuk biter, tarih sahnesinden çok kısa süre sonra yok olurlardı.
Ancak hocanın şu tespiti çok önemli ve bir hakikati dillendirmektedir (s.312-313). Osmanlının olağanüstü büyümesi insanlık tarihi ikiye bölen, büyük bir değişimin içinde dev bir kıtaya karşı 1700’ kadar aşağı yukarı 400 senelik bir genişlemeyi gerçekleştirmiş olmalarıdır.
Ve o tarihten sonra da bilindiği gibi geriye dönüş başlamıştır. Geriye dönüş hudutlar bakımındandır. Hudutlar bakımından bu geriye dönüş de dünyaya artık iyice hâkim olan Avrupa’ya karşı yapmıştır ve bunu da çok yavaş yapmıştır. Yani Osmanlıların gerilemesi Hoca’ya göre ilerlemesinden daha başarılı bir operasyondur. Mucizevi bir direnme vardır, müthiş bir direnme gücü, Avrupa’nın dünyaya hâkim olduğu bir dönemde.
Fetihler belki hoş şeyler hoş şeyler değil ama İstanbul’un Fethi değişik bir şeydir. Bir uygarlığın sona erip başka bir medeniyetin başlaması; başlı başına büyük bir hadisedir.
Burada kimsenin kimseye verdiği bir zarar yok. Buradaki fetih tarihin büyük dalgalarından birinin gerçekleşmesinden ibaret olarak düşünmek icap eder.
Dolayısıyla fetihle başlayan dönemde İstanbul bu muhteşem büyümeye sahne olurken, Osmanlı Devleti de dünyanın birinci gücü haline gelmiştir. Osmanlı Devleti ile İstanbul iç içe. Birbirini destekleyerek öylesine hızla tırmanmış ve biri dünya devleti olurken, diğeri de dünya kenti haline gelmiştir. İnsan Osmanlı mı İstanbul’u istemiş ve fethetmiş yoksa İstanbul mu potansiyellerini alabildiğini gerçekleştirmek üzere Osmanlı’yı seçip davet etmiştir diye sormaktan kendini alamıyor der rahmetli Mehmet Hoca(s.325).
Yani hülasa İstanbul’un fethi, Medeniyet ve Sistem zaferidir. Siyonist vahşet karşısında bu sistem ve medeniyetin önemi bir kez daha ortaya çıkmadı mı?
Kaynak: Miquel, Andre (2003). Doğuştan Günümüze İslam Medeniyeti, (Terc. A.Fidan-H.Menteş), Gerçek Hayat dergisi Yayınları,İstanbul, .
Dr. Mehmet Genç,Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi-I- Ötüken Yayınları 2. Baskı. Shf.,309,319-321)