Şarkiyatçılığın Batı’da ilmî bir disiplin haline gelmesi elbette tesadüf değildir. Batı emperyalizmi, sömürge politikasının öncü kuvveti olarak oryantalizmi planlı bir şekilde uygulamıştır. Oryantalizm, bir nevi emperyalizmin keşif kolu olarak kabul edilmiştir. Bunun için gözüne kestirdikleri toprakların halklarını kendilerine benzetmek için ciddi bir çalışma içinde oldukları bilinmektedir. Sömürgeci güçlerce bir devleti sömürmenin en etkili yolu, milleti meydana getiren halkların dilleri, kültürel yapısı ve dinlerini dönüştürmek üzerine olmuştur. En azından aslına benzemeyen “ılımlı” çerçeve çizilmiş, bunun dışına çıkılmasına müsaade edilmemiştir. Seküler bir zihni inşa esas alınmıştır. Bunun için son iki yüzyılda yaptıkları faaliyetler neticesinde bir hayli mesafe almışlardır (En son örnek: 76. Cannes Film Festivali’nden İranlı ve Türkiyeli oyuncular üzerinden verilen mesajlar anlatılmak istenilene çok güzel bir misaldir. Bu konu üzerinde ayrıca bir makale neşredeceğiz inşaallah). Seküler zihni inşa, bilimselleştirilmiş şarkiyatçılık ile mümkündür. Ancak, oryantalizm ve oryantalist zihniyet “bilimselliği”, hiç bir zaman ilmî bir disiplin ol(a)mamıştır. Olamaz da. Çünkü objektif değildir. Edward Said’in ifadesiyle Oryantalizm, coğrafi bir ayrım değil-dünya Doğu ve Batı olmak üzere eşit olmayan iki ayrı bölüme ayrılmıştır- bir seri “çıkarlar” toplamıdır. Bu çıkarlar sadece oluşturulmuş değillerdir. Aynı zamanda bilimsel keşifler, filolojik çalışmalar, psikolojik analizler, manzara tarifleri ve sosyolojik açıklamalarla ayakta tutulmaya çalışan müesseselerdir. Dolayısıyla, “bilimselleştirilmiş” oryantalizm, yüzyılların sistematikleştirilmiş hâlidir. Türkoloji’yi bu anlamda emperyalizmin öncü kolu ya da keşif kolu olarak nitelendirmek hiç de mübalağa edilecek bir tespit değildir. Batı (emperyalizmin doğduğu yer manasında), elbette Türkleri çok sevdiği için -sözde- Türkoloji bilim dalını kurmuyor..! Batı, yüz yıl evvelinden Osmanlı Türkü ile Türk dünyası ve İslam âlemi arasındaki tek köprü olan dil ortak paydasını koparmanın yollarını araştırmışlar. Bunun üzerinde kafa yormuşlar. Netice de ilmî süs verilerek Türkoloji bilim dalını ihdas etmişler. Şu tespit doğrudur: “Türkoloji çalışmalarıyla Türklerin kimliği, Batı’da oluşan yeni ilişkilere göre Batı ile uyumlu şekilde yeniden şekillendirilmiştir. Sonuçta Batı’daki Türkoloji çalışmaları, Orta Asya Türklüğü temelinde Türk kimliğini Osmanlılık dışında yeniden tanımlama çabası olarak karşımıza çıkmaktadır (Mehmet Karakaş,Türk Ulusçuluğunun İnşası, Ankara.2000,shf.100). Muasır medeniyet seviyesi ana temasıyla yola çıkıldığında eski(!) ile bağları koparmanın yegâne yolu dil olmuştur. Batıcılık ile Batılılaşmanın maymuncuk anahtarı olarak dil görülmüştür. Bu sebeple dilde tasfiyecilik ana madde oldu. Pekiyi, kelimelerle oynamanın sebebi neydi? Çok net: Biz kelimelerle tefekkür ederiz. Kelimelerle zihin dünyamızı şekillendiririz. Ama siz dili batıcılık namına sekülerleştirirseniz… Zihinde meydana gelen fikirleri de gelenekten… İrfanı derinlikten… İslam’dan tecrit etmiş olusunuz. Binaenaleyh, dil gidince, din de gitmiş oldu. Anane… Tarih…Vesaire…Topyekûn bir geçmiş. Dilde tasfiye artık vakayı adiyeden görüldü. On yıl evvel ki hikâyeleri… makaleleri okuyamayan bir nesil… Veya okunması talep edilen “şeyler”le… Telefon mesajları ile hayatları idame ettirmenin ötesinde yön vermeye, şekillendirmeye çalışılan “Z kuşağı!”… Ne demekse… Gelinen noktada Türkoloji çalışmaları amacına ulaştı mı? Ya da oryantalizmin keşif kolu mesabesindeki bu çalışmalarla hedeflenen gerçekleşti mi? Son aşamada “SÖZLEŞMELER” havada uçuştuğuna göre… Kendini dindar muhafazakâr kabul edilenlerce… “Partner”in aile yapımıza hiç zararı olmadığı iddia ve ifsadlarına bakılırsa… Fazlasıyla hedeflerine ulaşmış görünmektedir. Hem de tam isabet. Tmm… OK! Siz anladınız onu… Ben anlamadım da..! Kopya çektim. Vesselam.