Muhafazakar Değişim (3)
Dr. Mesut Mezkit
-Yeni Türkiye'nin Gelecek Ufku-
***
Muhafazakâr Değişimi, hastalıklı bir medeniyet tasavvurundan beklemek, “Modernizmin” tuzağına düşmektir. Zihniyet inkılâbı ithal ve devşirmeci bir sistemle değişimi hayata geçirmediği gibi kaba softa bir muhafazakârlığı da beraberinde getirecektir. Yeni bir medeniyet inşa ve ihya iddiasında bulunmak, ayakları yere basan petrol zengini ithal mezhebî cereyanlardan ırak; gerçek manada yayın kirişini elinde tutan ve çekebildiği kadar gereye çeken (tarihi derinlik); bıraktığında kendi medeniyet değerlerini ileriye fırlatan (İlây-ı kelimetullah: “Yâ Rabbi! Önüme şu deniz çıkmamış olsaydı senin adını götürülebilecek en uzak mekânlara ve insanlara ulaştırırdım” ülküsü) bir mefkûre, Muhafazakâr Değişimi hazırlayan bir medeniyet tasavvurudur.
Yayın kendi elimizde okun hedefte; dolayısıyla, nasıl bir değişim olmalı sualinin cevabı için değerli ilim adamı ve mütefekkir Nurettin TOPÇU’nun tahlili bu noktada önem arz etmektedir:
“Eski zihniyetin sahipleri, gerçekten ölümsüz bir zihniyetin sahibi idiler. Lakin o ruhun, dünya hayatında kazanması lazım gelen şekillerin bize ait, bizim değişen hayatımıza ait olması ve bizim aklımızın makasıyle biçilmesi icap ediyordu. Yeni bir içtimaî hayat ve aile anlayışına, yeni bir hukuk görüşüne ve yepyeni bir ilim zihniyetine, eskisinden mutlaka başka olacak bir ekonomi sistemine sahip olmamız gerektiğini eskiler anlayamıyorlar; işte yenilik taraftarlarının haklı oldukları nokta burasıdır.Eski şekillere tıpkısı tıpkısına benzemede mânasız ve hikmetsiz bir keramet arayan muhafazakârların bu hastalıklı zaafı, inkılâpçı geçinen davasız mücahitlerin en büyük kazancı, en keskin silâhı ve tezyiften öteye gidemeyen üslûplarının tek sermayesidir. Bu kuvvetlerin birincisi, kalabalık halk kütlesiyle onların çocukları olduklarını inkâr etmeyenlerin ikincisi ise sözde münevverlerle serbest neşriyat şampiyonlarının ve kökleri yabancı ülkelerde bulunan içtimaî teşekküllerin kuvveti olmaktadır.
Devrimizin muhteşem mânası, bu iki kuvveti aynı ölçüde silahlarla hayat sahnesine çıkarmış olmasıdır. Sık sık çarpışma denemelerini tekrarlayan bu iki kuvvetten ikisinin de yarının hayatını hazırlamaya değerli olmadığı meydandadır. Bu safların ikisini de kendi yerlerine iade ederek hayata hâkim olması lâzım gelen üçüncü kuvvet, muhafazakârlıkla inkılâpçılığın hakikî değerlerini bilen, Müslüman Türk’ün mâzisine bağlı, gözleri durmadan akan hayata çevrilmiş bir hikmetin meşalesini hazırlamaktadır. Hikmetlerin insan için olduğunu bilen bu kuvvetin sahipleri, millet ağacının değişmeyen köklerini gözden kaybetmedikleri gibi onlar, her mevsimde yeniden yeşeren meyvasının mütemadî (aralıksız) hayat ûsaresiyle (öz su) değişmede olduğunu idrâk edenler ve kökleri kurutulan bir ağacın çiçeklenerek meyva veremeyeceğini de hakkile anlayanlardır. Bin yıllık mâzimizin ruhunu itinâ ile muhafaza edecek olan bu hikmetin sahipleri, o mâziden her günün hayatına uygun aşıyı yapmasını bilen sanatkârlardır. Yarının sahipleri, öyle zannediyoruz ki, bu hakikati ortaya koydukları zaman, eski ile yenisinin taassup ve sapkınlık malülleri de, gerçek dâvanın birer birer kazanılmış mücahitleri safına kolaylıkla geçebileceklerdir. Elverir ki onlar, taassup sahiplerini taassuplarından tedavi ederken yaralarını incitmemesini, put kıranları insafa dâvet ederken baltalarını sükûnet ve aklın ihtarına itaatle bir kenara bıraktırmasını iyi bilsinler. O zaman hep birlikte yeni ve gerçek inkılâplara hazırlanacağız” (Topçu, 2011: 324-325).
Taassup derecesindeki korumacı anlayıştan ve soysuzlaşmacı değişmeden asıl olan kendi tekâmülümüze dönersek; meseleye bakış açımızın mahalliyattan umumiyete atf-ı nazar olacaktır. Bizim değişime bakışımız batının geçtiği safhalardaki muhafazakârlığın direnme noktasından olursa hatalı tarafta kürek çekmekle meşgulüz demektir. Batı’nın muhafazakârlığa red gözüyle muhalefet etmesi tabiidir. Batı’nın kendi değerlerine orta çağ karanlığı darbe vurduğundan muhafazakârlığa edna telakkisiyle yaklaşması kaçınılmazdır. Dikkat edildiğinde Rönesansla başlayan Reformasyonla devam eden muhafazakârlık karşıtı gelişmenin sonucu, Batı’ya çıkış imkânı tanımıştır. Serbest düşünce adı altında yeni gelişmelerin bütün Avrupa’yı kaplaması kendiliğinden oluşmuştur. Burada muhafazakârlıktan veya muhafazakârlığın erdemliğinden bahse konu olacak bir gelişmeden söz edilemez. Hak ve hakikat, âdil bir sitem, hazmedilmiş sahih bir gelenek; gayr-i kabildir. Her gelişmenin önündeki Kilise’nin bağnazca tutumu, Batı insanını ikilem arasında bırakmıştır. Din mi dinsizlik mi? Kilisenin ruhani yapısını korumak mı? Yoksa insanları maddi ihtiyaçlarına çare mi olmak? Din ile dinsizlik ya da bundan neşet eden laiklik/ sekülerlik ile Hıristiyan ruhaniliği gibi çelişki içerisindeki tahterevallinin salınımları çözümsüzlükte baş amil olmuştur. İşte bundan dolayı Batı muhafazakârlığındaki mukavemet, geri dönüşe işaret olduğundan; Aydınlanmacı felsefenin hâkimiyetine dört elle sarılmıştır. Dikkat buyurulursa laiklik veya sekülerliğe teşne bir toplumun varacağı noktanın yeni deryalara yelken açmasından başka ne olabilir ki? Bu meyanda bile yani din dışılıkta ayrışmalar meydana gelmiştir. Katı bir anlayışla Fransız laikliği dini kıymetleri tamelden dışlamıştır. Keskin sınırlar çizerek vur demenin öldür anlamına geldiğini fiili olarak ispat etmiştir. Bundan biraz daha ehven görünen Anglo-Saksonların seküler alayışıdır ki, biraz daha müsamahalı, katı yaklaşımdan ziyade hoşgörülüsü olan din dışılık kendini göstermiştir. Böyle bir yerde vücud bulacak hâkim fikirler elbette ki muhafazakârlığa çok farklı bakacaklardır.
Kaynakça:
TOPÇU, Nurettin, Yarınki Türkiye, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011
Yorumlar
Trend Haberler
Karacasu'da feci kaza: 2’si ağır 3 çocuk yaralı
Beyaz Eşya Firması İflas Etti! Çok Sayıda Müşteri Mağdur Oldu
Dualar Karacasu'da yaralanan çocuklar için
Yarın başlıyor! ATM'ye kartını takan bu yazıyla karşılaşacak
Karacasu'da iki yeni araç bağışla alınmış: Peki saklanan bağışçı kim?
Didim'in o mahallesi 7/24 izlenecek