Ey Mekke Seni Seviyorum!
Çünkü gözyaşlarının sel olup aktığı, günahların bağışlandığı, ortasında rahmet dağının bulunduğu, rahman ve rahim olan Rabbimizin rahmet ve mağfiretinin coştuğu kutsal mekân Arafat sende...
Sevgili peygamberimiz yüz bini aşkın ashabıyla bu kutsal mekânda vedalaşmıştı. İnsanlığa hayat veren son mesajlarını burada vermişti. Bütün acziyetimle ve günahlarımın verdiği mahcubiyetle, boynu bükük bir vaziyette bende buradayım, yani Arafattayım. Arınıp tertemiz olmak ve tertemiz yaşamak için dua ettim sevdiklerimi de unutmayıp dualarıma dâhil ettim. Sevgili peygamberimin asırlar öncesinde okuduğu veda hutbesi kulaklarımda çınladı. Heyecanlandım. Ona ümmet olmanın sevincini tekrar tekrar yaşadım. Bu sevinçle sel olup Müzdelifeye akıp gittim.

“…Arafattan ayrılıp (sel gibi Müzdelifeye) akın ettiğinizde Meş’ari Haramda Allahı zikredin… (Bakara 2/198) emri ilahisine uyarak Meş’ari Haramda rabbimin huzurunda durup halimi ona arz etmenin, O’na kul olmanın zevkini yaşadım. Dilimin döndüğü kadar zikrettim, şükrettim. Bana bu deruni zevki yaşattığın için seni gönülden seviyorum ey Mekke.

Ey Mekke Seni seviyorum!
Çünkü insanı azdıran, kandıran ve saptıran şeytanın taşlandığı, içimizdeki şeytani duygu ve düşüncelerin tamamının sökülüp taş olarak atıldığı, melekleşme mekânı sende. Allahın rahmetinden kovulduğu günden beri insandan intikam almaya çalışan şeytana, “Bismillahi Allahü Ekber Rağmen Lişşeytani ve Hızbihi” diyerek taş atma, kendimden uzaklaştırma imkânına senin topraklarında kavuştum. Bana tüm şeytani duygulardan arınma imkânını verdiğin için seni candan seviyorum ey Mekke.

Ey Mekke Seni Seviyorum!
Çünkü Mina da sende. Burası bana, İbrahim aleyhisselam ile oğlu İsmailin Allah’a olan bağlılıklarını, muhabbetlerini, teslimiyetlerini ve nihayet Allah yolunda yapılan fedakârlığın zirvesini hatırlattı. Onun için ben de seni hep hatırlayacağım, hep seveceğim ey Ümmü’l Kura.

Ey Mekke Seni Seviyorum!
Çünkü sen benim Peygamberimin köyüsün. O (sav) sende doğdu, senin sokaklarında dolaştı. Gençliğini senin dağlarında, vadilerinde kâh çobanlık yaparak kâh ticaretle meşgul olarak geçirdi.
Haksızlıklarla mücadeleye senin üstünde başladı. O’na emin sıfatını senin halkın verdi. İlk evliliğine, saadet yuvasına sen şahit oldun. Yalnızlığı sende sevdi. Seni tepeden seyreden Hira dağını sevdi. Orada tefekkür etti. İlk vahye sen şahit oldun. Cibrili Emini görme şerefine nail oldun. Ve nihayet Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (sav) senin halkının arasından çıktı ey bahtiyar şehir.

Ben Onu (sav) çok seviyorum. Onun sevdiklerini de çok seviyorum. Ama Mekkeli müşrikler kendi içlerinden çıkan çok güvendikleri için “Emin” dedikleri bu seçkin insanı anlayamadılar veya anlamak istemediler. Huzur vermediler, hicrete mecbur ettiler. Sevgililer sevgilisi yurdundan, yuvasından Mekke’sinden ayrılırken hüzünle geriye baktı ve şöyle seslendi;
“ Sen ne hoş beldesin, seni ne kadar seviyorum! Eğer kavmim beni buradan çıkmaya mecbur etmeseydi ben başka bir yerde ikamet etmezdim.” (Tirmizi, Menakıp, 3922).
Peygamberim sevdiği için ben de seni çok ama çok seviyorum ey sevilen ve özlenen şehir.

Ey Mekke Seni Çok Seviyoruz!
Çünkü hayatımızın can damarı sensin. Huzurun kaynağı sensin. Biz seni her şeyinle çok seviyoruz ey güzel Mekke. Ne olur sen de bizi sev ey sevginin kaynağı mübarek belde.

Bugün mübarek şehir Mekke’de üçüncü Cuma namazımızı kılacağız. Cuma’nın hayrı ve bereketi hepimizin üzerine olsun.