Ey denî kundakçılar, biz sizde çok gördük onu! Çıplak inkılapların sonu rezalettir, ey alçak kundakçılar biz o rezaleti sizde onu çok gördük! Mehmed Âkif 110 yıl önceden bugüne mesaj veriyor. Milletin muztarip evladı, gidişattan varılacak noktayı kestiriyor ve Türkiye’nin geleceğine yön veren pozitivist-laikçi aydınların kadın ve âile konusundaki yanlış düşüncelerini sert şekilde eleştiriyor. Âile toplumun temeli mi? Devletin temel metinlerine ‘âile toplumun temeli’dir diye yazanlar, kadınları modern hayata herhangi bir çerçeve çizmeden, bir norm-değer ortaya koymadan zorluyorlar. Bu Âkif’in sözünü ettiği âile inkılâbından başka bir şey değildir. Batı emperyalizmi Müslüman toplumları azınlıkları kullanarak parçaladı. Bu azınlıkçı parçalama siyasetinin ikinci kademesi kadınların sahneye sürülmesidir. Onların dışarıdan yapmak istediklerini bir süre sonra Türkiye’yi yöneten pozitivist elit içeriden, inkılap iddiasıyla yaptı. • Kadını her hâl ü kârda evinden çıkarmak, • Mahremiyet kavramını hayattan kovmak, • Tesettürü men etmek, • Çıplaklığı-teşhirciliği özendirmek, • Bunun için plaj kültürünü yerleştirmeyi mesele edinmek, • Güzellik yarışmaları düzenlemek vb. işlere girişildi… Velhasıl kadınlar kullanılarak toplumun bünyesi sarsıldı. Erkeğin âile dışına zorlanması fantezidir. Kadının âile dışına zorlanması ise faciadır. Âkif’in tarif ettiği modernleşmeciler, kadının âile dışına çıkarılması sağlanmadan kendi modernlik projelerinin tam olarak gerçekleştirilemeyeceğini bilirler. Kızı baba ocağıdan koparmak Türkiye’de bu anlamda modernliğin zemini son yıllarda hayli genişledi. Bilhassa yükseköğretimin yaygınlaşması, daha fazla genç kızı baba ocağından, âileden koparıyor. Gençlerin içine düştükleri yeni sosyal muhit norm-değer çerçevesi olmayan bir çevre. İnsanları ahlâkiliğe yönelten mekanizmalar yok. Yeni dünya sistemi insanlığı âilesizliğe zorluyor. Âile dışına düşürülen insan tekleri sorumluluğun da dışına düşüyor. Kendi, ben, teklik… insan tarifinin kapsamı dışına çıkıyor. Şunu unutmayalım: İnsan tek başın insan değildir! Şiddetin dozunu medya yükseltiyor Son yıllarda kadınlar üzerinden yürütülen propaganda mekanizması her şeyin önüne geçti. Kadınlar âilenin dışına zorlandıkça şiddet yükseldi, kadın cinayetleri arttı. Medya cihazı bu tür vak’aları köpürterek şiddetin dozunun yükselmesine sebep oluyor. Kadın cinayetleri ekseriya ‘âile içi şiddet’ olarak sunuluyor. Ya âile dışındaki katledilen kadınları ne yapacağız? Bunların sayısı sürekli artıyor. Burada meşruluk çizgisinin dışına çıkmanın rolü ihmal edilemez. Meşruluk kavramı bilhassa mühimdir. Bazı şeyler “yasal”dır, yani kanun tarafından men edilmemiştir, fakat meşru değildir. Meşruluk ilahî bir çerçeveyi, hadleri bize hatırlatıyor. İlahî ölçü kadın ve erkeğin meşru beraberliğini tanzim ediyor. Bu meşruluk ihlal edilirse neler olabileceğini, nasıl felaketlerle karşılaşacağımızı ayan beyan görüyoruz. Bugün topluma olağanmış gibi gösterilen ilişkiler, bu ilişkilerle ilgili sıfatlar (sevgili, erkek arkadaş vs.) meşruluğun tamamen dışında. Meşruiyet çizgisinin dışına çıkmanın olağan karşılanması felaketlere, fecaatlere yol açıyor. Bu koşu âilenin sonunu getirecek • Âileyi sürdürülebilir kılan annelik temel bir değer olarak görülmüyor. • Kadınlar fıtratın dışına zorlanıyor. • Mahremiyet kavramı kadın üzerinden anlamsızlaştırılıyor. • Evlenmek, anne olmak, çocuklarını yetiştirmek artık özendirilen bir şey değil. • Çocuktan uzaklaştırılan kadınlar şefkat hislerini kediyle, köpekle tatmine çalışıyor. • Kız çocukları anne olmak için değil, kariyer sahibi olmak için yetiştiriliyor. Kadınların öz evladı artık “kariyer”! Kadının çocuğu olmuşsa, o üvey evlat muamelesine tâbi tutuluyor. Onlar bakımevlerine, kreşlere, anaokullarına bırakılıyor; bakıcılara teslim ediliyor, kariyere koşuluyor. Bu koşu âilenin sonunu getirecek. Ev, âile, eş, çocuk ve iş-çalışma dengesi kurulamazsa varılacak yer Âkif’in işaret ettiği yerdir! Sosyal hayatımızdaki son yıllarda, hem de “muhafazakâr” iktidar döneminde hızlanan değişme Âkif’in tahminini bile aşmış olmalıdır.(Gerçek Hayat Dergisi,Aralık-20211, shf.108,109. D. Mehmet Doğan) *** Topyekûn bir dirilişe… Mücadeleye… Karşı duruşa ihtiyaç yok mu sizce de… Yoksa aile müessesemiz tarumar olduğunda mı uyanacağız?