Yarın okullar kapanıyor.
Çocuklarımıza iyilik yapacaksak eğer, onlara toplumla iç içe sosyal bir tatil sunmalıyız ve mümkünse zanaat öğrenebilecekleri işlere yönlendirmeliyiz. Ayrıca kitap okumanın lezzetiyle tanıştırmalıyız onları, ekran karşısındaki yemek yapanlarla değil.
Kötülük yapacaksak eğer, verelim ellerine telefonları, tabletleri, oyun konsollarını, Sanal alemde radyasyonla cebelleşip dursunlar.
İnsan değil robot olsunlar. Ruhsuz, duygusuz, merhametsiz. Özet bu... * Yıl 2018 idi.
Aydın Gazeteciler Cemiyeti (AGC) Geleneksel Basın Ödülleri Töreninde ‘YILIN KÖŞE YAZISI’ ödülünün anonsu yapılırken duyduğum heyecan yaşanmaya değerdi. Bu ödül, İlkokulda ilk okuduğum hikâye kitabı olan, PAZAR KUŞLARI’nın yazarı, daha sonraları eserlerinin hayranı olduğum ve kendisi ebediyete intikal etmeden önce, Didim Yazarlar Festivalinde tanışma fırsatı da bulduğum Merhum Muzaffer İZGÜ anısına verilecekti. Anons duyuldu; SES Gazetesinden Şenol Babacan ‘Fakir Usta’ adlı Köşe Yazısı ile…. Bir önceki yıl olduğu gibi o yıl da bu anlamlı ödülü şahsıma layık görülmüştü. Ses Gazetesindeki bu köşe yazımın kahramanları Gürcan Zorlu ve Nihat Ertan ustalarımın alın terlerinin bu ödülle taçlanması beni ziyadesiyle onurlandırmıştı. Ben ödül almaktan çok Muzaffer İZGÜ anısına bu ödüle layık görülmek harikuladeydi.
Geçtiğimiz aylarda Aydınlı sinema ve tiyatro sanatçısı Coşkun Kemer'in yönettiği Muzaffer İzgü hocamızın yazdığı "Kasabanın Delileri " adlı tiyatro oyununu izlemiş ve mest olmuştum eşim ve çocuklarımla. * Muzaffer İZGÜ'nün birçok kitabını okumama rağmen kendi yaşam öyküsünü bilmiyordum. Yaptığım bir araştırmada çok ilginç ve zorlu bir yaşam öyküsü olduğunu öğrendim Muzaffer öğretmenin. Zorlu şartlarda olsak dahi, umudu ve mutluluğu nasıl yakalarız diye sormuşlar kendisine, "Babam okulda hademeydi. Annem çamaşıra giderdi, onun bunun çamaşırına... Önüne dağ gibi çamaşır yığarlardı, karşılığı üç kuruşluk bir para. Deterjan yok o zamanlar, küllü su vardı, küllü su elini parçalardı, akşama o üç kuruşla mutlu mutlu gelirdi eve. O yoksulluk içinde bile annemin üç çeşit yemeği vardı. Etli bulgur, otlu bulgur, sütlü bulgur. Etli bulgur dediğim, et yok, annem ekmeğin kabuğunu kuyruk yağında kızartırdı, bulgur pilavı içine dizerdi, Alllahhh, oldu sana etli bulgur, çatır çutur yerdik. Seyhan'ın kıyısından ebegümeci toplardım, otlu bulgur olurdu.
Sütlü bulgur ise, aslında ayranlı bulgur, paramız bir kâse yoğurda yeterdi, Bir kâse yoğurda bolca suyu karıştır, o ayranı yedi insanın yiyeceği bulgura karıştır, güya sütlü bulgur. Ama dedim ya, Sevgi öylesine çoktu ki evde, Sevgi karnımızı doyurdu. Hem de tıka basa..."" Mutluluk çoğu zaman parayla değil huzurlu bir aile ile yakalanıyor hayatta. Ruhun şad olsun Muzaffer Öğretmenim. Eserlerinle sen hep yaşıyorsun.
* Ya Şenol Hoca! Parasız saadet mi olur, bize edebiyat yapma! Gerçek hayata dön! Diye haykıranlarınız vardır elbet bu dizeleri okurken. Böyle düşünenlere diyeceğim tek söz şudur, Para her kapıyı açar ama KİLİTLEYEMEZ. Sağlıcakla….