Bir gencin kaybolması, sadece bir bireyin değil, bir toplumun da geleceğini yitirmesidir. Bugün sokaklara baktığımızda; çocuk yaşta maddeyle tanışanları, okuldan koparılanları, sosyal medya uğruna hayatını riske atanları, “kolay para” hayaliyle karanlık işlerin içine çekilenleri görmek artık şaşırtmıyor bizi. Ve bu normalleşme, en büyük tehlike.

Gençler yanlış yola düşmüyor; adeta o yola itiliyor. Aile içindeki iletişimsizlik, okulda ilgi eksikliği, çevresel baskılar ve sosyal medyada pompalanan sahte hayatlar… Hepsi birer tuzak. Özellikle ergenlik dönemindeki gençler, kimlik arayışı içindeyken karşılarına çıkan her söz, her örnek onları bir adım daha “kötü yol”a yaklaştırabiliyor.

Bugün çocuk denecek yaştaki bireyler, lüks arabalara, marka kıyafetlere, “çete” gibi gösterilen arkadaş gruplarına özeniyor. Zannediyorlar ki güç burada, değer burada. Oysa bu sistemin sonunda ne saygı var, ne huzur, ne de gerçek bir mutluluk.

Peki biz ne yapıyoruz?

Sadece izliyoruz. Televizyon başında ya da ekran karşısında “Vah vah” demekle yetiniyoruz. Ama o çocuklar bizim çocuklarımız. Komşunun oğlu, mahalledeki Ayşe, okulda selam verdiğimiz Mehmet… Hepimizin tanıdığı, bir zamanlar umut dolu gözlerle bakan, belki oyuncak taşıyan ellerdi onlar.

Artık konuşma değil, harekete geçme zamanı. Aileler çocuklarını dinlemeyi öğrenmeli. Öğretmenler sadece ders değil, hayat anlatmalı. Mahalleler yeniden “mahalle” olmalı; sahip çıkan, koruyan, birlikte büyüten...

Gençliğin elinden tutamazsak, bir gün onlar bizim yakamıza yapışacak. Ve belki de şu soruyu soracaklar:
“Beni neden o yoldan almadınız?”

Cevabımız ne olacak?