Her canlı gibi insan da sınırlı bir ömre sahiptir. Cenâb-ı Allâh’ın takdir etmiş olduğu ömür sona erdiğinde, her insan Cenâb-ı Allâh’ın izniyle ölümü tadar. Allâh’tan başka her şey ölümlüdür. Eğer ölümden kurtulup, dünyada sonsuza kadar yaşamak mukadder olsaydı, hiç şüphesiz buna en layık olan Allâh’ın sevdiği kulları Peygamberleri olurdu. Oysa âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimiz bile bu dünyadan göçmüştür. Müşriklerin, Peygamber Efendimizin ölümünü temenni etmeleri üzerine ölümün kimseye ayrıcalık yapmayacağını vurgulayan şu ayet inmiştir: “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler” (Zümer, 39/30).
Şu ayet de ölüm gerçeğinin herkese uğrayacağını ifade etmektedir.
“Biz senden önce de hiçbir beşer beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar” (Enbiya, 21/34).
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şet ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 21/35)
Ölüm, insanın bu fani geçici hayattaki ömrünü bitirip, ebedi hayata geçmesidir. Yani ölüm asla yok olmak demek değildir. Bilakis, ebedi ömrümüze geçiş olayıdır. Mezar ise; 3-5 kazma vurmakla açılan bir çukur değil, dünyanın ahirete geçiş kapısıdır. Mühim olan ölmek değil, ahireti kazanmak için imanla ölmektir. Ölüm bir nimettir. Düşünelim bir an; Eğer ölüm olmasaydı, insanlar sürünselerdi, dünya yaşanmaz olurdu. Onun için ölmekten değil, sürünmekten korkmalı. En önemlisi de imansız ölmekten korkmalıyız. Çünkü hayat sadece bu dünyadan ibaret değildir. Dünya fani ahiret baki, ebedidir.
R.SAV. efendimiz, dünya hayatının kısalığını, ahiretin ebedi olduğunu anlatmak için, “ahiret hayatının ebediliği, dünya hayatı yanında siyah tüylü bir devede beyaz kıl kadardır. Dünya hayatı budur” buyurmuştur.
Ancak; ebedi hayatın tapusu bu kısa dünyada kazanılmaktadır.
Sahabeden birisi, R.SAV.e hitaben; “Ya resulallah, ibret almak için ben ölmeden önce mezarımı hazırladım. İyi yapmış mıyım?” dedi. R.SAV. “Kötü yapmamışsın. Ama keşke mezarını kendine değil de, kendini mezara hazırlasaydın. Daha iyi olurdu” buyurmuştur.
Ve yine R.SAV. bir cenazenin peşinden giderken bir sahabi cübbesini çekerek bana öğüt ver, bana öğüt ver deyip duruyordu. R.SAV. de, o sahabiye hitaben; “Kardeşini tabuta koymuşsun, mezarına götürüyorsun da, ondan öğüt almak için ölüm yeter” buyurmuştur.
Ne gariptir ki, insanlar çocukları olunca gülerler, ölüleri olunca ağlarlar. Doğrudur. Ama keşke ölü imanla göçtü, ebedi rahata erdi diyebilselerdi.
Ölüm yok olup, gitmek değildir. Ölüm, fena aleminden beka alemine bir intikaldir. Ölüm, bir evden diğer bir eve, bir şehirden başka bir şehre yapılan sade ve basit bir göç de değildir. Ölüm anı, fena ile bekanın kesiştiği kritik, endişe verici bir andır. Çaresizlik ve ölüm sıkıntısı içerisinde ne yapacağını kestiremediği bir sırada bu çaresiz yolcuya etrafında bulunan yakınlarının veya her hangi bir kardeşinin, rahatsız etmeksizin kelime-i tevhit söyleyerek yardımda bulunması ona büyük bir âhiret armağanı olacaktır.
Netice; ölümün ne zaman nerede geleceğini bilemeyiz. Önemli olan ölüm değil, ölüm ve ötesine hazırlıklı olmaktır. Yoksa bu dünyada adaletin gerçek manada tecelli ettiği olay ölüm olayıdır. Çünkü ölüm gerçeği herkese eşit uygulanıyor. Ölümsüz canlı olmuyor. Asla hilesi yoktur.
Bir insana Allah’ın verdiği en yüce nimet imanla ölmektir. Amacımız bu olmalıdır. Yoksa ölümden kurtuluş yoktur.
Allah’tan başka bütün yaratılmışlar fanidir, hepsinin ömrünün bir sonu vardır. İnsan da bu gerçeğin dışında değildir. O sebeple, bir gün mutlaka bu hayata veda edeceğini bilen insan ölüm ötesi hayata hazırlıklı olmalı, ebedi hayatının sermayesini kazanacağı yer olan dünyada yaşadığı zaman dilimini çok iyi değerlendirmelidir. Kuran, bu zamanın nasıl değerlendirileceğini gösteren ilahi düsturlar bütünüdür. Kısacık insan hayatını, ebedi olan ahiret hayatının kazanıldığı yer olarak değerlendirilebilmesi ancak Müslümanca bir hayat çizgisi ile mümkün olacaktır.