Muhafazkâr Değişim/ı
Mehmet Turan
Bir milletin medeniyet inşasındaki en büyük amili, değişimi gerçekleştirmesidir. Mevcut hâlin devamından yana olan; bulunduğu şartların korunmasına taraf olan; zihnî ve fiili durum tespiti yaparak hareketsiz kalan milletlerin ileriye dönük gayelerinin olması muhaldir. Değişime direnmek, tekâmüle set çekmek demektir. Tekâmülün engellenmesi neticesinde ise bir milletin, dolayısıyla bir medeniyetin geri kalmasına zemin hazırlanmış olunur. Böyle bir düşünceden hareketle yönetilen toplumlar; güdülen cemiyetler olarak temayüz ederler. Mukavemeti bu denli kuvvetli olan toplumların refaha ve huzura kavuşması imkânsızdır. Huzur ve refaha erişememiş cemiyetin fertleri ise kendi dışındaki her şeye kapalı olduklarından; en ufak bir kıpırdanmaya sert tepkiler verirler. Tedhişçilik, böyle halkların müracaat edecekleri yegâne güç olur. Tekâmül edememiş milletler (toplum) iktisadî, sosyal, kültürel ve yönetim açısından zamanın dışında bir anlayışa sahip olduklarından ötürü, geri kalmışlık saikiyle aksül amelde bulunacaklardır. Böyle kişilerin yani ruhî yönden tatmin olamamış; maddî açıdan da ihtiyacı olan insanlar yığınından, hoş olmayan işlere tevessül edenler meydana gelecek ve buna mani olunamayacaktır.
Meseleye, zamana mukavemet göstermek zaviyesinde bakıldığında değişimi engelleyici bakış açısını sergilemiş oluruz. Zikrettiğimiz hususlar, beynelmilel bir toplumun umumi resmidir. Ancak, günümüzde muhafazakârlığı değerlendirmeye tabi tutarken “Batı” odaklı bir teşhisle meseleye yaklaşıldığı için fikrî vasatın şirazesi kaçmış oluyor.
Biz, esası teşkil eden kendi tekâmülümüze dönersek; meseleye bakış açımızın mahalliyattan umumiyete atf-ı nazar olacaktır. Değişime bakışımız, batının geçtiği safhalardaki muhafazakârlığın direnme noktasından olursa, hatalı tarafta kürek çekmekle meşgulüz demektir.
Batı’nın muhafazakârlığa red gözüyle muhalefet etmesi tabiidir. Batı’nın kendi değerlerine, Orta Çağ karanlığı darbe vurduğundan muhafazakârlığa edna telâkkisiyle yaklaşması kaçınılmazdır. Dikkat edildiğinde Rönesansla başlayıp Reformasyonla devam eden muhafazakârlık karşıtı gelişmenin sonucu Batı’ya çıkış imkânı tanımıştır. Filhakika, serbest düşünce adı altında yeni gelişmelerin bütün Avrupa’yı kaplaması kendiliğinden oluşmuştur. Burada Mufazakârlıktan veya muhafazkârlığın erdemliğinden bahse konu olacak bir gelişmeden söz edilemez. Her gelişmenin önündeki Kilise’nin bağnazca tutumu, Batı insanını ikilem arasında bırakmıştır. Din mi? Dinsizlik mi? Kilise’nin ruhanî yapısını korumak mı? Yoksa insanları maddî ihtiyaçlarına çare mi olmak? Din ile dinsizlik ya da bundan neşet eden laiklik/ sekülerlik ile Hıristiyan ruhaniliği gibi bir çelişki içerisindeki tahtarevallinin salınımları, çözümsüzlükte baş amil olmuştur. İşte bundan dolayı Batı muhafazakârlığındaki mukavemet geri dönüşüe işaret olduğundan; Aydınlanmacı felsefenin hâkimiyetine dört elle sarılmıştır. Dikkat buyurulursa laiklik veya sekülerliğe teşne bir toplumun varacağı noktanın yeni deryalara yelken açmasından başke ne olabir ki? Bu meyanda bile; yani din dışılıkta da ayrışmalar kendini göstermiştir. Katı bir anlayışla Fransız laikliği, dinî kıymetleri tamelden dışlamıştır. Keskin sınırlar çizerek vur demenin öldür anlamına geldiğini fiili olarak ispat etmiştir. Bundan biraz daha ehven görünen Anglo-Saksonların seküler alayışıdır ki, müsamaha çıtası yüksek; katı yaklaşımdan ziyade hoşgörülü din dışılık kendini göstermiştir. Böyle bir yerde vücud bulacak hakim fikirlerin, elbette ki muhafazakârlığa çok farklı bakacakları aşikârdır.
Bizim, yani Müslüman-Türk toplumunun muhafazakârlığa bakışı nasıl olması icap eder? Külliyen red mi yoksa sentezden mütevellit bir tekâmül mü müspet neticeler verecektir? Muhafazakârlığı cemiyet olarak nasıl algılamalıyız? İyi-kötü, güzel-çirkin, tahrif olmuş- olmamış; nasıl bakacağız? Bunu tetkik etmekte büyük faydalar vardır. Ancak, bu taktirde Muhafazakâr Değişim’e fikrî ve ameli taban oluştururuz.
Yorumlar