Milletin ne olduğunu anlamak için tarih ciltlerini karıştırmak lazım. Ansiklopedi bilgisi yetmez. Bugün bir Amerikan milleti vardır. İki asır önce ismi-cismi yoktu. Avrupa'nın kopukları gidip orada millet oluşturdular. Etnik çeşitlenmenin antikası var, ama millet halindeler! Avrupa'yı karıştırın, son tahlilde onlar da öyledir. Andre Siegfried şöyle diyor: "Etnik bakımdan Fransa'nın mevkiini tayin etmek kolay değildir. Fransız ırkı yoktur. Öyle ki, bu terim kullanıldığı zaman hiçbir şey ifa­de etmez. Kuzeyde Germenler, orta yaylada ve batıda Keltler, güney­de de Akdenizliler vardır. Seignobos'un dediği gibi, biz melez bir ır­kız. Bizim eriştiğimiz milli birlik, ırk üzerine kurulu değildir. Etnik kökler ayrı olabilir. Fakat herkes kendini Fransız sayar, Fran­sız milletinin mensubu bilir. Milli birliğimiz, tarihi-kültürel beraberliğimizin mahsulüdür." Ya biz? Ruhumuzla, kanımızla bin senedir bir mübarek tarih içinde yoğrulan biz, millet olamadık mı daha? Böyle mi görüyor dünya bizi? Bu dünya bizi "Gen tahlilleri yaptırtıp, laboratuvar sonuçlarına göre coğrafi bölgeler tesis ettirme muamelesine tabi tutma" komedisin yutacak kadar ilkel ve şaşkın mı görüyor?!? Ya bu dünyanın böylesi oyunlarına kanacak aydınlarımız nasıl var olabiliyor? Ayrılıkçı partiden bahsedili­yor, Demokrasi öyle gerektirmiş! Bu "demokrasi" de­nilen şeyin manevi-milli icapları yok mudur, "kendine göre" olsun yok mudur? Siz bu demokrasi kelimesini takvim yaprağından mı öğrendiniz? Çatlayan topraklar gibi bu dünya İslam'a susa­mış. Hasretten yanıp kavruluyor, mihverinde tit­remeler geçiriyor; ufuklar neredeyse dile gelip konuşacak. Bizde "fikir" adına istenilen hürriyete bakın! Çarpıcı bir husustur; bugün Türkiye'de Çerkezcilik, Lazcılık, Arnavutçuluk, Boşnakçılık yoktur da ne­den Kürtçülük vardır? Bunlar "milli" değil, "mahalli" atıf işaretleridir. Milli planda "Türk" sayılmaktan rahatsız olmayı an­lamak mümkün değildir. Yanlışa yaslanarak, yanlışa taviz vererek, bile bile yan­lış yaparak, varılabilecek hiçbir doğru yoktur. Bütün doğrular İslam'ın özünden gelir. İslam'ın özünü yanlış bilen, tarihi-sosyolojik-içtimai doğruları da öğrenemez, kendini de öğrenemez, hayatı da öğrenemez (İktibas:Ahmet Faruk). Irkçılık inancımıza terstir; ama, ana çatıyı da unutmamak elzemdir. O halde Müslüman-Türk şehidin son anlarını nakledelim… Bu aziz milletin şehidine ait bir hatıra… Neden ısrarla millet diyoruz, burada saklı. Ulusta ve ulusçulukta bu imanı ve telakkiyi bulamazsınız. Var ise zaten bizim ile aynı fikre sahipsiniz demektir. İstanbullu Üsteğmen Muzaffer; 18'ncı Kolordu, 51'inci Tümen, 9'uncu Alay emir subayı olarak, kendi alayından bir bölüğe komuta ediyordu... 27 Mart 1916 tarihinde Irak Cephesi Felahiye Muharebesinde boğazından ağır yaralanmıştı... O kah­raman, hayatının son dakikalarına geldiğini görünce sükunetle son görevini yapmaya başlamış ve konuşamadığından cebinden çıkardığı bir mektup zarfının üzerine kurşun kalemle önce; "Kıb­le ne yöndedir?" diye yazarak sormuştur. Millî şeref ve fazileti bulunan ak yüzünü ve pak alnını, görevini başaranlara mahsus güzellikle huzur-i peygamberîye çevirmiş ve kalbindeki şehadeti dille anlatmaya takati olmadığından, ka­na boyanan o zarfın ortasına okunaklı bir şekilde Kelime-i şaha­deti yazmış, sonra bu büyük asker, bölüğüne son sözünü söyle­mek isteyerek aynı zarfın üç yerine; "Bölük intikamımı alsın" cümlesini yazarak, ikisini imzalamış, üçüncüsünü ise imzalayamadan son nefesini vermiş, silah arkadaşlarının safları önünde uçmak, bölüğüne kanat gererek gölgesine sığındırmak için yükselmiştir. Muzaffer Üsteğmenin bu yüce davranışı, bir Türk subayının örnek maneviyatı olan o kanlı zarf, Askeri müze’ye gönderilmiş, Türk çocuklarına ve gelecek nesillere cevher değerinde bir miras olmuştur. "Yaşayan ölüler"in mirasları içinde bu zarf da yaşayacak, daima yükselmeye teşvik ve milletin iftihar etmesi için bir belge olarak kalacaktır. Büyük meydanların büyük imtihanlarında kazanılan bu şehadetnameler; her genci imrendirip, örnek olacak bir etki yapacağı gibi, her babanın kalbinde böyle evlada sahip olma duygusunu yükseltecek, sonunda millet bu yüzden kendi fedakârlığına güvenecektir. Bu şehidin ruhunu fatihalarla yad edelim... Hamiş: Bütün okuyucularımın mübarek Ramazan-ı şerif ayını tebrik ediyorum.