Beklediğimden fazla ilgi gören, referans gösterilen, farklı kesimler tarafından farklı ortamlarda kendisinden söz edilen Karacasu ve Notlar’da bugün alışılmışın dışında özelde Karacasu’yu odak noktasına almayan ama genel perspektifte herkesi ilgilendiren bir konuya değineceğim.
Biraz da kendimden de bahsedeceğim. Bu konuda mazur görürsünüz umarım. Biraz karmaşık bir yazı. Hiç başlamadan bırakabilirsiniz de.. :)
***
2006 yılında girdiğim üniversite sınavında 309 puan aldım. O sınavda Türkiye sıralamasında 19 bininci oldum. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümünü kazandım. Farklı alanlarda da iş olanağı tanıyan gazeteciliği de kapsayan bu bölümü Sosyal Bilgiler Öğretmenliğine puanım yetse de kendi isteğimle tercih ettim. Okulda zorunlu dersler Siyaset Bilimi, Sosyoloji, Sosyal Psikoloji, Uluslararası İlişkiler, Türkiye'nin Yönetim Yapısı, Hukuk, Anayasa Hukuku ve daha birçok dersin yanında okulun gazetecilik atölyesinde çalışarak, çok sayıda gazetecilik dersleri alarak çocukluktan beri hayalimde olan gazeteciliğe yöneldim. Okuldan 2011 Haziran’ında mezun oldum, Eylül ayında Ankara'da bir dergide iş buldum. 1 yıl kadar çalıştım. Memnun da olduğum bir işti ama sigorta düzenli olsa da maaş ödemeleri bazen sarktığından ve askerliği de aradan çıkarmak için Ankara'daki işimi kendi isteğimle bıraktım. Memleketime döndüm. Ankara’daki iş başvurularıma olumlu cevaplar geliyordu ama ilçemde çalışma duygusu en başta Ankara’ya okula kayda giderken bile içimde vardı. Bir süre devam eden kararsızlıktan sonra bir yola girdim. 9 yıldır bu alanda 7 yıldır da aynı gazetede çalışmaktayım.
***
Geçtiğimiz yıllarda üniversite sınavlarında puan ve yerleştirme sonuçları açıklandığında barajı aşamayan öğrencilerin sayısından bahsedilir, lisans eğitimine çok fazla öğrencinin gidemediği sohbet ortamlarında anlatılırdı.
Sonra aklımda bir ışık yandı. Soruları görmek ve 16 yıl aradan sonra bunu deneyimlemek için sınava girmeye karar verdim. Kardeşim de sınava girecekti. Ayrıca kariyer değil ama genel kültür anlamında ‘açıktan’ ya da 'uzaktan' bir bölüm okurum düşüncesi de motivasyonumu artırdı. ‘Açıktan’ okumak için ilk oturama girmek yetse de ikinci oturuma da girmeye karar verdim.
***
20 Temmuz’da sonuçlar açıklandı. TYT’de 335, Sözel’de 386, Eşit Ağırlıkta 307, Sayısalda 237 puan aldım. Sözelde başarı sıralamam 37 bin 428. Türkçe’de 40 sorudan 32’sine doğru, 4’üne yanlış, Sosyal Bilimlerde 20 sorudan 13’üne doğru 5’ine yanlış, Coğrafyada 18 sorudan 14’üne doğru 2’sine yanlış, Tarihte 21 sorudan 13’üne doğru 8’ine yanlış, Edebiyatta 24 sorudan 14’üne doğru 9’una yanlış, Felsefede 12 sorudan 9’una doğru 2’sine yanlış, Din Kültüründe 6 sorudan 5’ine doğru 1’ine yanlış cevap vermişim. Sınavdan önce sadece coğrafyaya biraz göz atmıştım.
Genel anlamda bir başarı sayılmaz. Süreleri de doğru değerlendirmek için ve biraz daha ekstra çalışma istediği için çok fazla Matematik sorularına bakmadım. Çözdüğüm 7 sorudan 4’ü doğru 3’ü yanlış.
Tercih yapacak olsam geçmiş yıllardaki puan ve başarı sıralamasına bakarak mesela bir Ankara Siyasal’a girecek, bazı mühendisliklere, Türkçe Öğretmenliğine, Sosyal Bilgiler Öğretmenliğine, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlığa, Edebiyat Bölümüne yerleşecek puan almışım gibi gözüküyor. Tabi başarı sıralaması nasıl etken olur bakmak lazım.
***
Biraz geçmişe gidersem 2011 yılında da Yüksek Lisans’a başvuru için gerekli olan ALES sınavına girmiş, 85 almıştım. Sorular ağırlıklı olarak üniversite sınavındaki paragraf sorularını 3’e katlayan okuma anlama sorularından oluşuyordu. Çalışmak bir yana hangi konuda soru çıkıyor, ona bile bakmamıştım. Bu sebeple aldığım bu puan beni şaşırtmıştı. (Bu puan sayesinde Adnan Menderes Üniversitesinde Felsefe alanında yüksek lisansa kabul edilmiştim. Sonra iş hayatı daha öncellikli geldiği için yarıda bıraktım ama olsun.)
İki yıl önce kendimi test etmek için bu sınava bir daha girdim. Bu kez 73 aldım. Çoğu yerde baraj olan 70’i geçmiştim.
***
Öyle bir hedefim olmadan anlık kararla girdiğim üniversite sınavından hareketle geçmişteki diğer iki sınavdan bahsetmemin sebebine gelince… Hiç çalışmadan girdiğim bu 3 sınavda kendi çapımda aldığım ortalama düzeydeki puanlara kitap okumaya olan ilgimin olumlu etki yaptığını düşünüyorum. Babam kahvehane işlettiği için küçük yaşlarda gazeteyle tanıştım. İlkokuldayken sayısız çengel bulmaca çözüyordum. Sonra kitap okuma alışkanlığı lise ve üniversitede arttı. Lisedeyken Karacasu’da farklı kitap bulmak kolay değildi. Gazeteler o zamanlar günlük gazete hediye ederdi. Onları almak onlarla okula gitmek çok acayip bir işti. Ankara, kitap anlamında bulunmaz bir nimetti. Anlatacak çok şey var. Kitap alma alışkanlığım okuyacak vakit olmasa bile kitaplıkta dursun boyutunda hala devam ediyor.
Türkçe sorularını çözmek kimileri için sayısal derslerden bile zor. Tüm derslerde başarı için Türkçe’nin iyi olması gerektiğine inanıyorum. Naçizane işin formülü kitap okumaktan geçiyor diye düşünüyorum.
***
Bir de son zamanlarda eğitimle alakalı dikkatimi çeken bir şey var. Birkaç yıl önce herkes dersleri, sınavları, üniversite kazanmayı önemser, gençleri bu konuda bilip bilmeden baskı altına alırdı. ‘Kaç aldın, nereye yerleştin, ne olacaksın, atandın mı, yine mi olmadı’ vs. gibi sorular nefes alıp vermek gibi herkesin ağzındaydı. Liseden sonra okumayanlar ya da okuyamayanlar, mesleğe yönelmek, sanayide çalışmak isteyenler, tarıma yönelmek isteyenler küçümsenir, ‘okumak’ kutsallaştırılırdı. Son zamanlarda ise yine bu durum devam ediyor ama gençlere yönelik, ‘Boş ver okuyup ne olacaksın’ sözlerini de duymaya başladım. Bence birkaç yıl önceki söylem ve düşünceler de yanlıştı, ‘Boş ver okuyup ne olacaksın’ söylemleri de yanlış.
Okumak isteyen herkes üniversite okumalı. Ama herkes illa memur olacağım, masa başı çalışacağım düşüncesiyle okumamalı. Belli mesleklere yönelik bölümlere yerleşme şansı olmayan kişiler ya hayata atılmalı ya da üniversite okusa da kendi alanında çalışamama ihtimali olduğunu bilerek okumalı. Lise, üniversite okuyup tarım yapmak, sanayide çalışmak ayıp değil. Okuduktan sonra dışarıda çalışma imkanı olmasına rağmen memleketinde yaşamayı tercih etmek de ayıp değil. Göreceksiniz bu dar kalıpları aştığında bu ülke müreffeh seviyelere ulaşacak.
***
Ortaokul-lise çağındaki çocuklara hayatlarının dönemeci gibi düşündükleri zamanlarda çok bulaşmayın. Çocuklara iletişim kolay bir iş değildir. Pedagojik formasyon isteyen bu konularda öğretmenlerin bile zorlandığı bu işlerde çocuklara çok müdahil olmayın. Annesi ve babasıyla konuşup yapıcı yönlendirmeler yapabilirsiniz ama en ufak bir söz, kelime o çocukların hayatını etkiler. Bırakın çocuklar üniversite okumak istemiyorsa okumasın. 5-10 yıl sonra okur. İlkokuldan, ortaokuldan, liseden sonra hayata atılıp başarılı olan Karacasu’da bile nice insan var. Başarı demek sadece üniversite demek değildir. Bugün okumaması yarın okumayacağı anlamına da gelmemektedir. Eğitim artık 4 duvar arasında yapılan bir iş de değil. Ama diğer yandan okumak isteyeni de rahat bırakın. ‘Atanamazsın, okuyup ne olacaksın’, 'Şu bölümü okuma, şunu oku' sözlerini atın bir kenara, tedavülden kaldırın bunları. İnsanların hayatı kendilerini ilgilendirir. İyilik yaptığınızı zannederken kötülük yapıyorsunuz. Ülkemizde yaşanan tüm sorunların temelinde liyakatsizlik ve işini sevmeden yapan insanların sayısının severek yapanlardan fazla olması yatıyor. Mahalle baskılarıyla insanlar mutlu olmayacakları işlere yöneliyor. Bunu yaparken de sırf toplumun gözünde kendilerini kabul ettirmek için siyasi yollarla şuraya buraya girmeye çalışıyorlar. Sonra liyakat yok, işini sevmeden yapan bir sürü insan. Sonra her şey ortada işte.
***
Gençler, çevrelerindeki sözlere kulak asmamalı. Bu dünya değişecek. Hangi işte mutlu olacaklarsa onu seçmeliler. Üniversite okumak istemiyor mu, tarımsa tarım, sanayiyse sanayi. Çalış. Gönlünde yatan bir bölüm var ama iş bulma şansın sıfır mı? Yine de oku. Ama okurken farklı alanlarda da kendini geliştir. Yarın bir gün o sevdiğin bölümü okuyup gelip memleketinde tarıma yönelme ihtimalin varsa da gocunma. Üretimin önemi ortada değil mi? Yeter ki siyasi birilerinin arkasına takılıp suni bir şekilde seviye atlamaya çalışma. O ihtimali kaldır aklından yeter. Bir de sen daha iyi bilirsin ama bir Ömer Seyfettin, bir Sait Faik okumadan, bir İnce Memed, bir Tatar Çölü, bir Gazap Üzümleri ve daha pek çoğunu okumadan liseden mezun olunmamalı...
***
Sözüm genele değil, üzerine alınmak isteyenlere…
Okumak, okul okumak değildir. Kitap okumak sadece okul okuyanların yapacağın bir iş değildir. Gençlerle birlikte siz de kitap okudukça değişecek dünya. Kitap okudukça birbirimizin hayatına karışmaktan vazgeçilir. Yargılamaktan, zannetmekten kısacası dedikodudan vazgeçilir. Farklı bakış açıları geliştirilir. Kör kütük bir düşünceye saplanıp kalmak yerine ‘yanlış düşünüyor’ olabilirim düşüncesini geliştirilir. Son olarak, insanların hayatında bir sahneyi görüp tamamı yargılanıyor. Onun son adımı hangi aşamaları geçerek attığını bilinmeden.. Bilinse belki ne kadar boş konuşulduğu görülecek.
***
Bırakın en azından özellikle gençlerin okul gibi tercihleriyle alakalı hayatına karışmayı.
***
Sait Faik’in Dülger Balığının Ölümü diye bir öyküsü var. Çok şey anlatır. Hayatında hiçbir sınamadan geçmemiş bir insan kendini dev aynasında görüp çevresindekileri yargılayabilir. Okumanızı öneriyorum.