Yokluk aleminden varlık alemine geldik. Biz yok idik ve eğer Rabbimiz tarafından yaratılmasaydık asla var olamayacaktık. Var olmakla kalmadık insan olarak yaratıldık. Rabbimiz bizi sevdi de var etti. Rabbimiz bize değer verdi de bizi yarattı. Sevene karşılık sevgi gerek. Seven hele Yaratan Rab olunca o zaman sevgiyi derinleştirmek gerek. Sadece Yaratanı değil yarattıklarını da sevmek gerek.
Yaratılmışların özünde Yaratan vardır. Bu sebeple yaratılanlar yaratandan dolayı sevilmelidir. Allah için sevmek, sevginin merkezine Yaratanımızı koymak demektir. O’nun rızasına nail olmak için sevmek, O’nun bizi sevmesi için sevmek, O’nun sevgisine layık olmak için sevmek velhasıl O’nun için sevmek sevgiye gerçek misyonunu yükleyecektir.
‘İyi insan’ ise hemen hepimizin dilinde bir övgü nitelemesidir. Çevremizde iyi insanlar olsun, arkadaşlarımız iyi kimseler olsun isteriz. ‘İyi insan’ ifadesini çok kullanıyor olsak da üzerinde çok durup düşündüğümüz söylenemez. Çoğunluk, genellikle kendisine yardımı dokunan, kibar ve saygılı birine iyi insan der ve iyi kavramını şahsî fayda ve ölçüleriyle belirlediğinin farkında olmaz. Oysa bizim iyi insan saydığımız birini bir başkası böyle görmeyebilir. Mesela çok açık sözlü olmayı, tartışmacı bir üslubu benimsemeyi meziyet kabul edip kişinin dürüstlüğüne yormak da mümkün, kusur kabul edip nezaketsizliğine vermek de… Şu halde iyiyi “beğenilen vasıflarda olan” şeklinde tanımlayıp beğeniyi insanların kişisel yaklaşımına bıraktığımız müddetçe, “iyi” ve “iyi insan” kavramlarını doğru bir şekilde tanımlamamız mümkün değil. İyiyi tanımlamak için “hayırlı, faydalı, güzel” karşılıklarını vermemiz de meseleyi çözmez. Aynı davranış için birine “dürüstlük”, diğerine “kabalık” dedirten bir keyfîlik, hiç şüphesiz bu kavramlara da kendince anlamlar yükleyecektir. Kaldı ki belli davranışların iyiliği hususunda ittifak olsa bile, bu birkaç iyi davranışın kişileri her bakımdan iyi insan sınıfına dâhil etmeyeceği açıktır.
İslâm’a göre iyi insan olabilmenin itikat, ibadet, ahlâk ve muamelâtla ilgili şartları var. Ama ön şart Müslüman olmaktır. Müslümanlık iyi insanlar zümresine katılmak için girilmesi gereken kapının anahtarıdır. Müslüman olmak iyi insan olmanın ön şartıdır, ancak yeter şartı değildir. “Ben Müslümanım” diyen birisi iyi insan olma imkânını yakalamıştır sadece. Bundan sonra alınması gereken yolu kat etmedikçe, yani Müslümanlığının icaplarını yerine getirmedikçe iyi insan sıfatını hak edemez. Nitekim Müslüman olduğunu söyleyen herkesin iyi insan diye nitelendirilemediği acı ama gerçektir.
Musalladaki cenazeler için hoca efendilerin “Merhumu nasıl bilirsiniz?” sualine karşı, tabiî ki öleni tanımak şartıyla, hem bir dua hem de hüsnü zan ifadesi olarak “İyi biliriz” derken sarf ettiğimiz “iyi” lafzı ile ölen kişinin “Müslümanlığı” kastedilir. Zira “Nasıl bilirsiniz?” sorusu zannedildiği gibi ölen kişinin ahlâken sorgulanmasına davet değildir. “Onun Müslüman olduğuna şahadet eder misiniz?” demektir.
Başkalarının hüsnü zannını bir yana bırakıp, gerçekten iyi insan olabilmek için Müslüman olduktan sonra neler yapılması gerekir? Bu konuya geçmeden önce akıllara takılabilecek bir soruya yeri gelmişken cevap arayalım. Müslüman olmak iyi insan olmanın ön şartı ise başka dinlerin mensupları veya inançsız kimseler arasında bizim de iyi kabul ettiğimiz davranışlar sergileyenlere “iyi insan” diyemez miyiz? Belki biz diyebiliriz ama Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette iyilikler, yani ahlâk ölçüleri, iyilikler veya salih ameller, iyi insan olmanın gerekleri olarak sayılırken, her zaman en başta “iman etmek” şartı zikredilir.
Elbette Müslüman olmadığı halde hiçbir beşerî hesap ve beklentiye girmeden dürüst davranmaya, başkalarına yardım etmeye çalışan; tavırlarında herhangi bir samimiyetsizlik alameti görülmeyen son derece makul insanlar da olabilir. Bunlar, içinde bulundukları ortama, yanlış inanç veya inançsızlıklarına rağmen fıtratlarını kısmen de olsa muhafaza edebilen kimselerdir. İnsaniyet vasıflarını büsbütün yitirmedikleri için böylelerinden zaman zaman iyilik ve güzellikler ortaya çıkabilir.
Ancak fıtrat temizliği ve insaniyet, İslâmî tebliği anlamayı, üzerinde düşünmeyi ve iman etmeyi kolaylaştıran bir imkân olması bakımından değerli ve önemlidir. Bu yüzden İslâm’ı tereddütsüz kabul eden ilk Müslümanların cahiliye hayatlarında da seviyeli, doğru düşünebilen, derinlikli ve hayırsever insanlar olması tesadüf değildir. Fakat onların bile iyi ve güzel insanlar olmalarının asıl sebebi imanlarıdır.
Ehl-i Sünnet âlimleri, imanla şereflenmedikçe ne insaniyetin ne de insanî meziyetler türünden olumlu davranışların kişiyi ahirette kurtarmaya yetmeyeceği görüşündedir. Bu sebeple, iman etmediği veya açıkça işlediği günahlarda ısrar ettiği halde, ara sıra insanlığını hatırlayıp sergilediği iyiliklerden dolayı bir kişiye “cömert insan”, “yardımsever insan”, “sözünün eri insan” demekte bir mahzur yoktur ama dinimizdeki anlamıyla “iyi insan” demek uygun değildir.
Öyleyse gelin, bir müslümanı iyi insan yapan sorumlulukları bir kere daha hatırlayalım;
- İyi insan Allah Teâlâ’ya iman etmenin icabı olarak yalnız O’na kulluk eder, O’na güvenir, O’ndan yardım ister. İnancı, itaati ve ibadeti gönüldendir. Elest Meclisi’ndeki ahdine sadık kaldığı için başka hiçbir varlığı ilahlaştırarak Allah’a şirk koşmaz. Atalarının örfünü, çoğunluğun tercihini, hâkim zihniyetin kabullerini değil, Allah’ın emir ve yasaklarını gözetir. İbadetlerini sırf Allah rızası için, bir şükür ifadesi olarak ihlâsla ve titizlikle yapıp riyadan sakınır. Namazlarını huşu içinde dosdoğru kılar, zekâtını yüksünmeden verir, orucunu bütün uzuvlarıyla tutar, güç yetirir yetirmez iştiyakla hacca niyetlenir. Farzlarla yetinmeyip nafilelerle Rabbine yaklaşmaya çalışır.
- Yaratılışla ilgili ayetleri okuyarak yaratılanlar üzerinde tefekkür eder. Böylece Cenab-ı Hakk’ın kudret ve azametine yakînen iman eder, O’nun yüceliği karşısında aczini anlar. Kur’an-ı Kerim başucu kitabıdır; okuduğu her ayetle imanı olgunlaşır.
- Her şeyin Allah’tan olduğunu bilir, O’ndan gelen nimete de külfete de rıza gösterir, asla şikâyet etmez. Ayakta iken, otururken, yanı üzere yattığında Allah’ı anmaktan geri durmaz, Allah dediğinde kalbi ürperir. Rabbinin huzuruna günahlarla yüzü yerde çıkmaktan, azabına uğramaktan çekinir; dua ile, tövbe ile gece gündüz O’ndan bağışlanma diler. Hata yaparak Allah’ın gazabına maruz kalmaktan korkar ama O’nun rahmetinden de asla ümit kesmez.
- Hakikati gizlemez, hakkı söylemekten çekinmez. İnkârcılara karşı Allah yolunda malıyla ve canıyla cihat eder.
- Üzerine farz olan bilgileri öğrenir. İnsanları güzel sözler ile Allah’ın dinine çağırır. Bilmediği konularda hüküm vermekten kaçınır. Peygamberimiz’e (s.a.v.) hitaben gelen “De ki, Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin” (Âl-i İmran, 31) ayeti gereği, Sünnet-i Seniyye’ye sıkı sıkı sarılır.