Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı (COP26), 2021 yılında İskoçya'nın Glasgow şehrinde küresel ısınma ve sera gazı salınım oranlarını azaltma amacıyla toplanmış idi.
COP26’dan sonra dünyada 2022 yılına yakıtların temininde kıtlıklar ve petrol, doğal gaz, elektrik piyasalarında fiyat artışlarıyla girildi.
Enerji fiyat artışlarının başlıca nedenleri; Petrol üreticisi ülkelerin üretimi kısmaları, Rusya-Ukrayna savaşı, Çin’in enerji ihtiyaçlarındaki artış idi.
Enerji fiyat artışlarının başlıca sonuçları; Doğal gaz fiyatlarındaki artış bir yandan gübre fiyatlarını ve tarımda üretim maliyetlerini yükselterek gıda fiyatlarında artışa, diğer yandan küresel ölçekte kömür kullanımında artışa neden oldu.
Fosil yakıt fiyatlarında artışlar sonrası petrol ve doğal gaz şirketleri yeni kazı yapma faaliyetleri için teşvikler aldılar.
Avrupa’nın uzun yıllardır sürdürdüğü iyimser yeşil enerji politikalarının yerini kömürlü santrallerin yeniden açılması, petrol ithalatında artış ve nükleer
enerji santrallerinin kapatılmasının ertelenmesi aldı.
Uluslararası Enerji Kurumu’na göre bu gelişmeler sonrasında dünya “ilk gerçek küresel enerji kriziyle” karşı karşıya kaldı.
Aynı kurum, 2050 yılı net sıfır hedeflerine ulaşmak için artık hiçbir yeni petrol ve doğalgaz rezervi açılmaması, doğalgaz taleplerinde hızlı bir azalmaya gidilmesi gerektiğini dile getirdi.
2022 yılı Kasım ayında Mısır’ın Şarm El Şeyh kentinde düzenlenen Birleşmiş İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansına (COP27) damgasını vuran olaylar şunlardır : Resmi programa petrol ve doğalgaz şirkelerinin davet edildiği ilk COP toplantısı; 600’ün üzerinde fosil yakıt lobicisi toplantılarda yer aldı; Sponsorlar arasında Coca Cola gibi dünyanın en büyük plastik kirleticilerinden biri bulunuyor.
COP27’de alınan başlıca kararlar: Küresel sıcaklık artışını, sanayi öncesi seviyeye göre 1.5 °C artışla sınırlandırmak için 2030 yılında 2019’a oranla emisyonlarda yüzde 43 azaltma gerekliliği teyit edildi.
Taraflardan düşük emisyonlu enerjilere geçmeleri, kömürlü termik santralleri kapatmak için çabalarını artırmaları, verimsiz fosil yakıt teşviklerini ortadan kaldırmaları talep edildi.
İklim etkilerini hafifletmek için taraf ülkeler, yılda 2 defa bir araya gelecekler.
İklim değişikliği kaynaklı insanlara verilen “kayıp ve zararların” karşılanması için bir fon kurulması kararı alındı.
Taraflar iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı savunmasız olan gelişmekte olan ülkelere teknik yardımın devreye alınmasını hızlandırmak için kurumsal düzenlemeler üzerinde anlaştı.
COP28’de ülkelerin Paris Anlaşması çerçevesindeki taahhütlerin ne kadarını yerine getirdiği, emisyon azaltım hedeflerinin ne kadarına ulaştığı ayrıntılı olarak masaya yatırılacak.
COP27’de ne yazık ki kömürden çıkışın taraf ülkeler tarafından yakın takibinin nasıl yapılacağı, tüm fosil yakıtlardan çıkış için bir tarih üzerinde uzlaşma sağlanamadı.
Mevcut politikalarla devam edilmesi durumunda yüzyılın sonunda dünyada 2.8 °C’lik bir artış bekleniyor.
Yüzyıl sonunda 1.5°C’lik sıcaklık artışıyla uyumlu olmak için gelecek 8 yıl içinde emisyonların, mevcut politikaların gösterdiği değerlerden yüzde 45 azaltılması gerekiyor.
Geriye kalan karbon bütçesini aşmamak için 2030’dan sonra da hızlı bir düşüş temposu tutturulmalı.
Türkiye’nin geçen bir yıldaki iklim kriziyle mücadele karnesi her yönden zayıflarla dolu.
2022 şubat ayında gerçekleştirilen İklim Şûrası’nda önerilen eylem planlarının büyük çoğunluğu boş söylemlere dayanıyor.
Şûra’da önerilen eylemlerden, bugüne kadar enerji, ulaşım, sanayi, tarım, gıda, sağlık, adil geçiş... gibi konularda kayda değer hiçbir şey yapılmadığı anlaşılıyor.
Kömürden elektrik üretimine devam etme, alternatif yakıtlar olarak doğalgaz ve nükleer enerjinin gösterilmesi, öneriler arasında yer alıyor.
Bu şûrada hazırlanan ve henüz taslak halinde olan İklim Yasası, karbon ticareti yoluyla sermayeye yeni kazanç alanları öngörüyor.
Ortada ne bir enerji planı ne de bununla uyumlu olması beklenen bir “net sıfır yol haritası” var.
Uygulamada ise 2000’li yılların başından beri fosil yakıtlara ve özellikle de kömüre dayalı enerji politikaları hız kesmeden devam ediyor, yeni kömürlü termik santrallere ve linyit sahalarının genişletilmesine ÇED olumlu raporları veriliyor.
Yoğun enerji tüketen ve önemli oranda sera gazı salımı yapan çimento ve demir-çelik sektörlerine ağırlık veren mega projelere devam ediliyor, alışveriş merkezleri hızla çoğalıyor, enerji tüketimi körükleniyor.
COP27 için güncellenen Katkı Beyanına bakıldığında, mevcut durum senaryosunun sürdürüleceği, yani Türkiye’nin iklim krizini ağırlaştırmaya tam gaz devam edeceği görülmekte.
İklim Yasası taslağına bakıldığında, Bakanlıkların yapmaları gereken genel görevlerini ve alınması gereken önlemleri açıklıyan temennilerin sıralandığı,
net sıfır yol haritası ve bunu uygulamaya koymak için bir eylem planı olmadığı görülmekte. Bu nedenle bakanlıklara verilen görevler havada kalıyor.
İklim krizini derinleştiren, adaptasyonu zorlaştıran uygulamalara yönelik yasaklar, yaptırımlar, cezalar... bu metinde yer almıyor.
İklim Yasası, doğal varlıkların talan edilmesinin önüne geçmeyi, halkın yaklaşan iklim felaketlerinden korunmasını ve iklim krizini derinleştiren uygulama ve politikaların ortadan kaldırılmasını kurallar, yasaklar ve yaptırımlarla teminat altına almalıdır. İklim Yasası, sermaye ile hükümet arasındaki ticaret sözleşmesi değildir ve doğayı sömürerek edinilen kazançların, kirletici ticaretiyle genişletilmesine imkan vermemelidir.
COP27’de, Türkiye iklim hedefine bakıldığında, 2030 yılında Türkiye sera gazı salınımlarını 2020 yılına göre yüzde 33 oranında artırmış olacak.
Üstelik Türkiye 2038 tarihine kadar sera gazı salımlarını artırmaya devam edecek.
Emisyonlarını artırmaya devam etmeyi planlayan az sayıda ülke içinde Türkiye bu artışı en uzun süre yapmayı planlayanlardan.
Türkiye 2038 yılında ulaşacağı en yüksek seviye sera gazı salınımından sonra , keskin bir düşüş rotası izleyerek 2053 yılında sera gaz salınımının net sıfıra ulaşmasını ummakta. Oysaki bu gerçekçi görünmüyor.
Türkiye’nin 2050’lerin başında net sıfır hedefine ulaşabilmek için, en geç 2025’te emisyonlarda tepe noktasına ulaşması, bu amaçla acilen tüm sektörleri dikkate alan ciddi bir “Net Sıfır Yol Haritası” hazırlanması, hazırlanacak yol haritasında ekolojiyle barışık enerji politikalarının derhal devreye alınması, sermaye yerine doğayı ve halkı savunan radikal bir toplumsal değişimin gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Türkiye’de mevcut kömürlü termik santrallerin sağlık ve doğa üzerindeki yıkımlarına ek olarak yeni açılacak santraller ve kullanılması öngörülen linyit sahaları ile yıllık 5.000’in üzerinde erken ölüme ve ekolojik yıkımlara neden olunacak.
Enerji’de fosil yakıtlara ve dışa bağımlı politikalara devam edilmesi, cari açığın artmasına, enerji maliyetlerinin fahiş rakamlara ulaşmasına ve enerji yoksulluğunun daha da yaygınlaşmasına neden olacak.
Mevcut politikaların izlenmesiyle halkın ihtiyaç duymadığı mega projeler ve AVM’ler, bir yandan ekolojik ve sosyal yıkımlara yol açarken, diğer yandan enerji canavarı ve yüksek CO2 üreten çimento ve demir-çelik sektörlerini beslemeye devam edecekler. Sınırlı ekonomik kaynaklar boşa harcanmakla kalmayacak, bu politikalar iklim krizini daha da derinleştirecek.
Hatalı enerji ve sanayi politikaları ile ülkenin su varlıkları hoyratça tüketilmeye ve kirletilmeye devam edilecek. Artan kuraklıkla birlikte su krizi yakın gelecekte en önemli sorunlardan biri olacak.
Mevcut politikaların izlenmesiyle, orman sanayisi için aşırı ağaç seyreltmeye, ormanların enerji, maden, turizm projelerine tahsislerine, doğal ormanların plantasyona dönüştürülmesine devam edilecek. Bu şekilde orman varlıklarımız hızla azalarak, kuraklık, sel, erozyon gibi felaketler katlanarak artacak.
COP27’de açıklanan mevcut durum senaryosu, Türkiye için sadece iklim krizinin ağırlaşması anlamına gelmiyor, aynı zamanda ekolojik ve sosyal felaketleri de beraberinde getiriyor. Bugün göz yumulan sorumsuzlukların bedelini gelecek kuşaklar çok ağır ödeyecekler.