Hayatın ne kadar kırılgan olduğunu, sağlığın ne denli değerli olduğunu ne zaman fark ederiz? İnsanın en temel duygusu, belki de bir kaybı, bir yıkımı yaşamadan önce ne kadar değerli olduğunu takdir etmemesidir. Ancak gerçekte, hepimiz birer engelli adayıyız. Bir anlık bir kaza, bir hastalık, yaşın ilerlemesi… Tüm bunlar, fiziksel ve zihinsel sağlığımızı tehdit eden faktörlerdir. Hiçbirimiz, bir sabah uyanıp da gözümüzü açtığımızda “bugün engelli oldum” demeyiz, ama hayatta hiçbir şey garanti değildir.
Toplum olarak engelliliği genellikle göz ardı ediyor, hatta bazen unutuyoruz. Engel, yalnızca fiziksel ya da zihinsel zorluklar değil, aynı zamanda erişilebilirliğin yetersizliği, toplumsal önyargılar ve ayrımcılıkla şekillenen bir kavramdır. Bir engellinin toplumdaki yerini, yaşam kalitesini ve haklarını sorgulamak, aslında bir anlamda hepimizin nasıl bir toplumda yaşadığımızı sorgulamak anlamına gelir. Çünkü engelli bireylerin yaşam mücadelesi, çoğu zaman herkesin yaşadığı mücadelenin bir yansımasıdır.
Örneğin, bir işyerinde engellilere yönelik uygulamalar ya da kamusal alanlarda erişilebilirlik eksiklikleri, yalnızca engelli bireyleri etkilemekle kalmaz, aynı zamanda toplumun geri kalanını da dolaylı olarak etkiler. O yüzden engelliliği, sadece bir grup insanın sorunu olarak görmek, hatalı bir bakış açısıdır.
Bir toplumun ilerlemesi, sadece ekonomik büyüklüğüyle ölçülmez; aynı zamanda toplumun en savunmasız üyelerine gösterdiği saygı ve empati ile de değerlidir. Engelliliğe bakış açımızı değiştirmek, daha kapsayıcı bir toplum oluşturmanın ilk adımıdır. Bu, engellilere yönelik negatif tutumları terk etmek, fiziki çevreyi erişilebilir hale getirmek, eğitimde eşit fırsatlar sunmakla başlar. Hepimiz birer engelli adayıyken, bunu fark etmek ve engelli bireylerin yaşamını kolaylaştıracak adımlar atmak sadece onların değil, toplumun ortak sorumluluğudur.
Empati kurmak, sadece empati kurmayı kolaylaştırmakla kalmaz; aynı zamanda farklılıklarımızı kabul etmek, insanlar arası bağları güçlendirmek ve toplumsal dayanışmayı arttırmak adına önemli bir adımdır. Engelli bir bireyle karşılaştığımızda, “bu kişi neden böyle” demek yerine, “bu kişi nasıl daha iyi koşullarda yaşamını sürdürebilir?” sorusunu sormak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Fiziksel engeller, yaşamın çeşitli aşamalarında her birimizin karşısına çıkabilir. Bir düşme, bir hastalık, bir trafik kazası… Hiçbirimiz bu tür durumlarla karşılaşmaktan garanti altında değiliz. O yüzden engelli bireylere yönelik gösterilen duyarsızlık, aslında kendimize de duyarsızlık demektir. Herkes bir gün engelli olabilir, fakat engelli olmanın ne demek olduğunu anlayabilmek, ancak o durumu yaşamayanların da empati yapabilmesiyle mümkündür.
Sonuç olarak, engelliliği sadece fiziksel ya da zihinsel bir durum olarak görmektense, toplumsal bir mesele olarak ele almak gerekiyor. Bu, bir insanın engelli olup olmamasına bağlı bir durum değil, daha çok toplumsal farkındalık, saygı ve yardımlaşma anlayışımızla ilgili bir meselesidir. Hepimiz birer engelli adayıyız; o zaman gelin, bu dünyayı engelliler için daha yaşanabilir kılalım. Hem onlar için hem de kendimiz için.