Aydınlık bir ilkbahar sabahı idi. Bir Nisan sabahı. Sahi 23 Nisan Sabahıydı o gün. 23 Nisan 2008. Sabah 07.00'de çıkmıştım evden. Misafirlerimiz vardı evde. Nedense o gün çok üzgündüm. Kahırlıydım. Kahvaltı yapmadan çıkmıştım. O ara komşum FM 95'te peş peşe 2 tabak paça çorbası içtiğimi hatırlıyorum. Bol tuz ekmiştim. Sonra göğsümün tam ortasına bir ağrı saplandı. Daha önce de bir kaç kez benzer ağrı olmuş 15-20 dakika gibi bir zamanda kendiliğinden geçmişti. Ama bu sefer geçmiyordu. O gün 23 Nisan Bayramı idi biraz sonra bayrama çıkacaktım. Hem haber yapacaktım, hem de fotoğraf isteyen tanıdıkların fotoğraflarını çekecektim. Ama ağrı geçmiyordu. Saat 07.40 olmuştu ve göğsüme saplanan ağrı geçmiyordu. "İyisi mi" dedim "Gideyim Sağlık Ocağına, bi kontrol olayım, sonra döner işime bakarım." diye düşündüm. Düldüle atladığım gibi sağlık ocağına vardım. Girişte Dr. Müveddet Karagöz Hanımefendi vardı. "Doktor Hanım,benim göğsümde bir ağrı var, ne yapacaz?" diye sordum. "Halit Bey servise geçin bakalım" dedi. Sağ olsun. Neyse servise geçtim. Hasta karyolasına uzandım. Hemşire hanım geldi EKG çekmek için kollarımı, ayak bileklerimi ve göğsümü açmamı istedi. Çoraplarımı nasıl çıkardığımı hatırlamıyorum bile. Ağrı müthiş bir şekilde devam ediyordu ve gözlerim kapalıydı. Tansiyonumu ölçtüler. Biri "Tansiyon altıya düşmüş" dedi. O anda sırtımdan ter boşandığını hatırlıyorum. Nihayet bir kalp spazmı geçirdiğimi anlamıştım. Bu benim geçirdiğim ilk kalp krizi idi ve sanırım Azrail (a.s.) ziyarete gelmiş ve selam veriyordu. Ölüm kapıyı çalınca Bir Müslüman Türk evladı olarak ne yaparsınız, kelime-i tevhid ya da kelime-i şehadet getirirsiniz değil mi? Bende aynen öyle yaptım. Kelime-i Şehadet getirmeye başladım. Neticede her Müslüman gibi son nefesimi imanla vermek istiyordum. 23 Nisan 2008 sabahı Kuyucak Sağlık Ocağı'nda görevli olan Dr. Müveddet Karagöz ve ekibi sağ olsunlar sanırım bir yarım saat kadar benim ağrımı dindirmek için çaba gösterdiler. (Allah onlardan razı olsun). Ama tabii o günkü şartlarda Kuyucak Sağlık Ocağı'nda bulunan imkanlar yeterli değildi. Bir süre sonra "Halit Bey, Nazilli'ye gitmemiz gerekiyor" dediler. "Gidelim, ancak mümkünse aileme de haber verelim" dedim ve evin telefon numarasını verdim. Sonra beni ambulansa bindirdiler Nazilli Sigorta Hastanesi'ne götürdüler. O gün tatil olduğu için sanırım bir yarım saat kadar Nazilli Sigorta Hastanesi'nde kalp doktoru beklendi. Bu arada nöbetçi doktor sanırım bir yarım saat kadar göğsümdeki ağrıyı gidermek için çaba harcadı. (Yüce Allah onlardan da razı olsun inşallah). Sonra biri "Halit Bey Aydın'a gitmemiz gerekiyor." dedi. Bu arada beni Nazilli Sigorta Hastanesi'ne getiren Kuyucak Sağlık Ekibi Kuyucak'a dönmüştü sanırım. Ailem ve misafirlerde bu arada Nazilli'de hastane de bulmuşlardı beni. Neticede yine bir ambulansa bindirdiler beni Aydın Sigorta Hastanesi'ne götürdüler. Tabii ki, kelime-i şehadet getirerek ambulansla yola koyulduk Aydın'a doğru. Sanırım o gün Aydın Sigorta Hastanesi'nde kardiyologla birlikte nöbetçi doktor da vardı. Göğsümdeki ağrı geçmediği için bana çok uzun gelen belki 1 saatlik bir mücadele sonunda Doktor beye sordum; "Doktor Bey, sizin iğneniz neyiniz, bişeyiniz yok mu bu ağrıyı kesecek?" dedim. "Var Halit Bey, yapalım" dedi Doktor Bey. Ve ben kendimi kaybettim. O gün yani 23 Nisan 2008 tarihinde Aydın Sigorta Hastanesi Kardiyoloji Servisinde görev yapan doktor, hemşire ve diğer görevli arkadaşlardan da Allah razı olsun inşallah. Halit Tükenmez bu gün hala hayatta ise bunda onlarında katkısı çok büyük. Tabii daha önce anlatacak fırsat olmadı. Sizlere 1988 yılında kaybetmiş olduğum rahmetli babamdan ve 1991 yılında kaybettiğim rahmetli annemden bahsetmeye zaman olmamıştı. Rahmetli Babamı hiç bir zaman içki ya da kumar masasında görmedim ben. Çocukluktan ergenliğe geçerken her ikisi de seccadede namaz kılıyorlardı. Tipik bir Müslüman Türk ailede yetiştim ben. Küçük bir Anadolu Köyü'nde. Benim de gençliğim oldu, her zaman günahtan uzak kalamadım. Ama iyi saatte olsunlar beni namaza çağırmak için önce evimde bulunan Kuran-ı Kerim kitabını dolaptan yere düşürdüler, bir keresinde de rüyamda ezan okudular. Birinde de bizim Kuyucak Merkez Şatır Aliağa Camii Şerifi'ni yarım inşaat halinde gösterdiler. Şehit ve Alim bir hoca torunu olarak namazdan daha fazla uzak kalamazdım tabii. Sahibimiz benden gerçek bir Müslüman evladı gibi yaşamamı istiyordu. Bu arada 18 Şubat 1998 sabahı saat 08.30'da Denizli sınırında otomobille yapmış olduğum tek taraflı trafik kazasından bahsetmedim tabii. Sisli bir havada çukurdan kaçarken otomobille 7 takla atmış, pert olan araçtan yaradanın izniyle burnum kanamadan çıkmıştım. İşin bir de manevi boyutu var tabii. Biz yıllarca sokaklarda "Rehber Kur-an, Hedef Turan" diye koştuk. Ancak hiç kimse "Ya bu rehberimiz bizden ne istiyor?" diye merak edip okumaya çalışmadı doğru dürüst. Şehit ve Hoca torunu olarak 1998'de ki Azrail a.s. ile ilk selamlaşmamızdan sonra niyetlenmiştim. "Yaa Rabbi ölmeden önce Kuran-ı Kerim'i 41 defa okumama izin ver." demiştim. Meali ve Latince harflerle okunuşu tabii ki.  Malum Arapçamız yok.  Neticede Aziz Dostlar 23 Nisan 2008 yılında ilk kalp spazmını geçirdiğim zaman Rehberimiz Kuran-ı Kerim'i 8'inci defa okuyordum. Aydın Sigorta Hastanesi'nde Doktor Beye "Doktor Bey sizin iğneniz neyiniz, bir şey yok mu bu ağrıyı kesecek?" diye sorarken aynı zamanda içimden "Allahım 41'e tamamlamama izin ver." diye dua etmiş ve akabinde kendimi kaybetmiştim. Ertesi gün yoğun bakımda uyandım. Bir hafta hastanede kaldıktan sonra dönebilmiştim evime. Diyeceğim arkadaşlar bu hikayeyi anlattığım için yüce Allah beni affetsin ve riyadan korusun inşallah. Ancak o gün 8'incisini okumakta olduğum rehberimiz Kuran-ı Kerim'i Allah nasip etti 40 defa hatmettim. Bir aksilik çıkmazsa 1 aya kadar 41'i de tamamlarım diye düşünüyorum inşallah. Neticede "Hayat dediğimiz bir nefes". Belki de bize sayılı verilen nefeslerimiz bitmek üzere, yüce Allah'tan tek isteğim kullarıyla helalleşmeden beni huzuruna almaması.  23 Nisan 2008 Azrail a.s. ile 2'nci selamlaşmam idi. Daha sonra 01 Kasım 2013'te ve 31 Mayıs 2014'te iki kez daha Selamlaşmak nasip oldu yüce Melekle. Hani "Ben zenginim, ben güçlüyüm. Küçük dağları ben yarattım" modunda kasım kasım kasılanlar var ya. Gururdan kibirden yanına varılmayanlar. Onlara gülüyorum sadece. Keşke gücün Allah'tan geldiğini, Allah'tan gelen gücün onun rızası doğrultusunda kullanıldığı zaman "Adalet", rızası hilafında kullanıldığı zaman ise "zulüm" olduğunun bilincinde olabilselerdi hepsi de. Gerçekten "Hayat dediğimiz bir nefesten" ibaret. Karun kadar zengin olsanız ne yazar. Ölüm her yaşta kapımızda olduğu gibi kefenin cebi yok. İşin sonunda nasibimiz,oda nasip olursa 3 metre bez. Şimdi düşünüyorum da bir şehit torunu olarak başta rahmetli Gazi Mustafa Kemal olmak üzere özellikle kutsal vatan topraklarının Hiroşima'sı,Nagazaki'si olan, metrekareye 6000 merminin düştüğü, orada cephedeki askerlerin atlarının küspelerinden arpaları temizleyerek açlıklarını giderdikleri, 253 bin şehit bıraktığımız Çanakkale ve diğer cephelerde kaybettiğimiz tüm şehitlerimizi bu gün birer vatansever olarak hatırlıyorum. Elbette bende Rabbim izin verirse torunlarımın beni bir "Vatansever" olarak hatırlamalarını isterim. Bu nedenle kalan 3 günlük ömrümde üzerinde yaşadığımız netameli coğrafyada, mensubu olmaktan gurur duyduğum yüce Türk Milleti aleyhine hazırlanan her türlü kötülük ve tuzaklardan Aziz Milletimi haberdar etmeyi kendime görev bildim. İnşallah bu uğurda yani Aziz Milletimin haklarını savunurken şehadet bizlere de nasip olur. Sizlerin de bildiği gibi bu topraklarda vatanseverler bitmez, ama en çok hain de bizim aramızda barınır. Selam ve saygılarımla.