Öncelikle herkese merhaba…!
Bu yazı benim Ses Gazetesi’ndeki ilk köşem ve siz değerli okuyucularımız ile ilk buluşmam oluyor. Öncelikle sizlere kendimi tanıtayım kısaca. Ben Nazlı. 24 yaşında, mesleğini en iyi ve en temiz şekilde yapmak için çabalayan tatlı şehrimizin sayılı muhabirlerinden biriyim.
Satırları okurken, “eee tamam zaten hepiniz temiz ve iyi şekilde işimizi yapıyoruz diyorsunuz” dediğinizi duyar gibiyim…
Ama şöyle bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum…
Benim bu titizliğimin sebebi yaptığım mesleğin bana miras kalması…
Evet, bu meslek bana miras kaldı.
Neden en güzel ve en temiz şekilde yapmak için çabaladığımı sorarsınız üzerimde inanılmaz bir sorumluluk var çünkü.
Az önce kendimi tanıtıyordum, devam edeyim :)
1992 yılında bir Nazilli’de yerel gazetede tanışan, zamanın en genç ve en güzel kadın muhabirlerinden olan Nazan Altınayar ile yine zamanın en zeki ve en yakışıklı gazetecilerinden olan Şevket Altınayar’ın kızlarıyım ben…
Çocukluğum, kendi aşklarının yanı sıra meslek aşkıyla yanıp tutuşan iki gazetecinin yanında geçti. Telsiz sesleri ve matbaa makinalarının arasında büyüdüm. Akşam yemeği yerken kendimi bir anda olayların içinde bulurdum. Akşam okul çantamı hazırlarken kitaplarımın yanında küçük fotoğraf makinası da koyardı babam, bir şey yakalarsam çekeyim diye.
Büyüdüm, büyüdükçe ilgim hep arttı bu mesleğe. Gazeteci olmak istiyordum, ama söyleyemiyordum bizimkilere. Babamın en büyük hayali beni öğretmen olarak görmekti çünkü. Sesimi çıkarmadım, çıkaramadım…
Anneme ve babama gösterilen ilgi ve saygıyı gördükçe o kadar heyecanlanıyordum ki…
Babacığımın bir yazısıyla gündem yarattıkça resmen canım “gazetecilik” çekiyordu :)
O kara gün geldiğinde, yani canım babam Şevket Altınayar’ı kaybettiğimizde Nazilli’nin önemli bir değerini kaybettiğini, babamın ne kadar dürüst ve başarılı gazeteci olduğunu daha iyi anladım.
Günler geçti, büyüdüm. 2019’a geldik. Seçimler başladı. Siyaset en üst seviyede. Ortalık nasıl karışık. Üniversitedeyim. Mart ayı oldu, oy kullanmak için Nazilli’ye geldim. Herkes yanıma gelip “ahh ah Şevket Abi olsaydı şöyle yazardı, Şevket Bey olsaydı böyle olmazdı” demeye başladı. Yahu zaten hayalim gazeteci olmak, demeyin böyle şeyler aklımı çeliyorsunuz demek istiyorum çılgınlar gibi.
Yine günler geçtiiii, geçtiii, geçtiii…
Okuyorum ama aklım hala gazetecilikte :)
Derken, herkesin kabusu olan ama benim hayatımın dönüm noktası olan 2020 yılı geldi çattı. Koronavirüs tavan, pandemi döneminde her yer kapandı. Okullar da, herkes 3 hafta evine gitsin dedi. Denildi denilmesine de nerden bilirdik 3 haftanın 2 sene olacağını :)
Bindim otobüse, geldim Nazilli’ye. Birinci gün geçti, iki geçti, üç, dört, beş…
Sıkıldım evde oturmaktan, dedim zaten mesleğin altın kurallarını biliyorum (sen öyle san Nazlı), eee şehirdeki gazeteciler de beni biliyor, tanıyor. Şansını dene Nazlı, çık birinin yanında işe başla dedim kendi kendime.
İşte o gün o karar beni buraya getirdi. Yıllarca içimde tuttuğum, gazeteciliğe sonunda kavuştum. Her gün bilgimin üstüne bir yenisini daha ekledim. Her fırsatta sınırları zorlayarak yeni yollara çıktım. Tehditler aldım, korktum, telaşlandım, üşüdüm, sakatlandım, uykusuz kaldım, ağladım daha neler neler.
Ama bunu kendim istedim.
Hani yazının başlangıcında söyledim ya size üzerimdeki sorumluluk çok büyüktü. Çünkü ben zamanın en iyi ve en başarılı gazetecileri olan bir anne – babanın kızı olarak bu işe başladım.
Bugün benim yüzümü ne kazandığım para ne de itibar güldürüyor.
Annemin gurur dolu bakışları, babamın en yakınlarının ise “işte babasının kızı” demeleri benim ayaklarımı yerden kesmeye yetiyor.
Sana söz babacım, bana bıraktığın en büyük miras olan bu mesleği en iyi ve en temiz şekilde yapmak için son nefesime kadar mücadele vereceğim…