Çağımızın en yaşamsal ve stratejik kaynaklarının başında, enerji kaynakları gelmektedir. Ülke olarak yakın çevremizde gelişen birçok olay, milyonlarca sivilin ölümü, bu gerçeğin en yalın ve acı ifadesidir. Enerji politikalarının temel ilkeleri, tüm yaşamsal gereksinimlere yanıt verilebilecek biçimde belirlenmeli ve uygulanmalıdır. Enerji ihtiyacı çevreyi katlederek, ekosistemi geri dönülmez biçimde tahrip ederek, yöre insanını yerinden, işinden aşından ederek karşılanıyorsa, bir yerlerde yanlış yapılmaktadır. Enerji kaynakları üretimi, insanların daha güzel ve sağlıklı bir çevrede daha insanca yaşaması için yapılmalıdır. Ne var ki bugünün Türkiye’sinde enerji kaynağı üretimi uğruna ağacı kesilen, toprağından ve suyundan yoksun bırakılan insanlarımızın birçoğunu bekleyen son, ya yerin yedi kat altında acımasız maden şartlarında çalışmaya veya mülkiyeti bir başkasına ait tarlada ya da işletmede, asgari ücretle, boğaz tokluğuna talim etmeye mahkûmiyettir. Enerjiyi insana yaraşır biçimde üretebilmek ve tüketebilmek için uygulanacak tüm politikaların başarılı olabilmesinin olmazsa olmaz ön koşulu ve güvencesi ise, hukukun üstünlüğü ilkesidir. Türkiye kamuoyunda sürekli bir şekilde Türkiye’nin enerji kaynağı ve üretimi bakımından kendi başına yetebilecek pozisyonda olmadığı, yurt dışından enerji kaynağı veya elektrik almak zorunda olduğu, tüm bu nedenlerden dolayı Türkiye’de çok daha fazla enerji üretim işletmesinin açılması, ülke kaynaklarının bu amaç doğrultusunda seferber edilmesi gerektiği açıklanmaktadır. Peki gerçek nedir? Türkiye gerçekten enerji kaynağı yoksunu bir ülke midir? Ürettiği elektrik tükettiği elektriği karşılayamamakta mıdır? Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı verilerine göre 2017 yılında Türkiye’nin elektrik üretimi kurulu gücü 80.546 MW; elektrik üretimi 810.259 MWh; elektrik tüketimi 792.912 MWh’tir. Verilere göre Türkiye’nin 2017 yılında 17.347 MWh elektrik üretim fazlası vardır. Yani Türkiye’nin ürettiği elektrik, tükettiği elektrikten fazla olup, enerji fazlası vardır. Yine 2017 yılında Türkiye’de üretilen elektriğin yüzde 49’u yerli, yüzde 52’i ithal kaynaklardan elde edilmiştir. 2018 yılı TEİAŞ verilerine göre Türkiye’de üretilen elektriğin yüzde 34’ü kömür (yüzde 21 ithal, yüzde 13 yerli), yüzde 29.5’i doğal gaz(ithal), yüzde 20’i hidrolik, yüzde 10.8’i rüzgar, yüzde 2.59’u güneş, yüzde 1.83’ü jeotermal, yüzde 0.6’ı biogaz, yüzde 0.4’ü fuel oil’den üretilmiştir. Türkiye elektrik üretim şekline bakıldığında yüzde 64’ü fosil, yüzde 36’nın yenilenebilir enerji kaynaklarından üretildiği görülmektedir. Türkiye’nin elektrik üretim şekillerine bakıldığında, elektrik üretim tesislerin çoğunluğunun havada CO2 artışına, sera gazı emisyonun ve hava kirliliğinin artmasına sebep olacak tesisler olduğu görülmektedir. Olması gereken ise bilimsel veriler ışığında, ekosisteme zarar vermeyecek yenilenebilir enerji türü ile elektrik üretmektir. Ülkemizde tüketilen petrolün yüzde 92’sini, doğal gazın yüzde  98’ini ithal edilmektedir. Son yıllarda bu ithalata, artan oranlarla kömür de eklenmiştir. Enerji üretim kaynakları bakımından yüksek oranda dışa bağımlı olmamız enerji güvenliğimizi, genel güvenliğimizi ve ekonomimizi büyük risk altına sokmaktadır. Enerjide dışa bağımlılığın, özellikle sınırlı sayıdaki ülkeye aşırı bağımlılık biçiminde gelişmiş olması dış politika bakımından risklidir. Söz konusu 3 ülke Rusya, İran ve Irak’tır. Petrol dış alımlarımızda bu 3 ülkenin toplam payları yüzde 68, doğal gaz alımlarımızda ise yüzde  77’dir. Kömür ithalatımızın da yüzde  32’si gene Rusya’dan yapılmaktadır. Türkiye’nin, enerji bağımlılığını hızla azaltabilmesi, sera gazı emisyon artışına dur diyebilmesi için, enerji karışımı içindeki yerli ve yenilenebilir kaynaklar oranını hızla arttırması zorunludur. Yerli ve yenilenebilir kaynaklarımız iddia edildiğinin aksine ekonomik büyümeyi ve enerji ihtiyacını karşılamaya fazlasıyla yeterlidir. Türkiye’nin yerli ve yenilenebilir enerji potansiyeli; 1)Hidroelektrik: 60-80 milyar kWs; 2)Rüzgar: 100-200 milyar kWs; 3)Jeotermal: 16 milyar kWs; 4)Güneş: 400 milyar kWs; 5)Yerli linyit: 105-120 milyar kWs; 6)Biogaz: 35 milyar kWs; Toplam: 716-771 milyar kWs’dir. 2018 yılı Türkiye elektrik tüketimi miktarına baktığımızda, Türkiye’nin sahip olduğu yerli ve yenilebilir enerji kaynaklarından güneş elektrik üretim potansiyeli 2018 tüketim miktarının 504 katı, rüzgar 252 katı, yerli linyit 151 katı, hidroelektrik 100 katı, biogaz 44 katı, jeotermal 20 katı fazla olduğu görülmektedir. Bu yerli ve yenilenebilir enerji kaynak potansiyellerine bakıldığında tek başına güneş enerji potansiyelinin şu anki Türkiye elektrik tüketim miktarından çok daha fazla elektrik üretim potansiyeline sahip olduğu görülmektedir. Bu sonuçlar Türkiye’nin enerji üretimi konusunda hangi kaynağı ve metodu kullanması gerektiğini net bir şekilde göstermektedir. Bu yerli ve yenilenebilir enerji potansiyellerine, enerji verimliliğinde yapılacak iyileştirmelerden sağlanacak yüzde 25 oranındaki ek kapasitenin de eklenmesi durumunda, yeni bir kaynak keşfi yapılmasa bile, henüz devreye alınmamış elektrik üretim potansiyelimizin, 2018 yılında tüketilen elektrik miktarıyla kıyaslandığında ondan çok çok fazla olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin yeterli enerji kaynağı yoktur iddiası, temelden yoksun bir iddiadır. Maharet, bu kaynakların mümkün olan en temiz, ekosistemi gözeten, en verimli ve gelişmiş teknolojilerle, hukuka saygılı olarak olabildiğince yerli mühendislik, işçilik ve müteahhitlik katkısıyla devreye alınabilmesindedir. Türkiye’de maalesef enerji kaynaklarımız son derece verimsiz kullanılmaktadır. En önemli yerli kaynaklarımızın başında, enerji verimliliğini iyileştirme potansiyelimiz gelmektedir. Ülkemizde konut, sanayi ve ulaşımda yapılacak uygulamalarla yılda 14 milyar dolarlık tasarruf sağlanabileceği ve bu şekilde on yılda 140 milyar dolar değerinde tasarruf anlamına geldiği belirtilmektedir. 140 milyar tasarrufla ise 38 Atatürk Barajı projesi yapılabilir. Ülkemizin enerji alanında yaşamakta olduğu esas sorun, özellikle 1990’lı yılların sonlarında yapılan abartılı talep tahminleri sonucunda, doğal gaz ve elektrik talep tahminlerimizin çok yüksek gösterilmesi ve bunlara bağlı olarak çok sayıda doğal gaz-kömür-petrol alım satım anlaşması imzalanmış olması, ülkemizin enerji üretim üssü haline getirilmek istenmesidir. Türkiye’nin yıllardır yaşadığı ve halen çözümleyemediği bir sorun haline gelen abartılı enerji talep tahminleri nedeniyle, tüketmediği doğal gaza milyarlarca dolar ödemek zorunda kalmaktadır. Yerli enerji kaynaklarımız atıl bekletilirken, durmaksızın yeni doğal gaz ve ithal kömür santrali inşası da, bu plansızlığın neticesidir. İşte yapılan tüm bu yanlış planlamalar sonucu ülkemizde enerji üreteceğim diyen ve başvuran herkese-her projeye neredeyse lisans verilmiştir. Örneğin Rüzgâr Enerjisi Potansiyeli Atlası’na göre kapasitemiz 47.850 MW iken,78.000 MW’lık lisans başvurusu yapılmıştır. Bu yanlış uygulamalar JES, HES içinde aynen geçerlidir. Sonuçta ise ülkemizde yerli ve yabancı şirketler tarafından HES, RES, JES, termik santral, nükleer santral kurma yarışı başlamış, SİT alanları-tarım arazileri-orman arazileri-sulak alanlar-balık üreme alanları-yaşam alanları, enerji üretim sahaları haline getirilmiştir. Tüm bu uygulamalar ise ekosistemi yok etmesi dışında, ülkemizin dışa bağımlılığını azalmıyor, artıyor. Türkiye’nin enerji politikası, ne pahasına olursa olsun daha çok enerji yatırımı, daha çok enerji üretim santralleri inşası, kamusal planlama, üretim ve denetim anlayışının terk edilerek, enerji sektörünün tamamen özel sektörün istem ve çıkarlarına göre şekillendirilmesidir. İşte bu doğrultuda Türkiye’de kamuya ait enerji kaynakları arama ve elektrik üretim, dağıtım şirketlerinin özelleştirilerek kamunun elinden çıkarılmış, özel sektöre adeta bedava verilmiştir. Türkiye’de özelleştirmelerin tekelleşmeyi önleyerek, sağlanacak rekabet sayesinde enerji fiyatlarını ucuzlatacağı ve istihdam sağlayacağı savları, yaşanan gerçekler karşısında geçersiz kalmış, bir yandan enerji güvenliğimizi tehdit ederken, diğer yandan özelleştirmeler sonucunda, istihdamın artmaması bir yana, işten çıkarmalar tavan yapmış, elektrik fiyatları sürekli artmıştır. Sonuç olarak bakıldığında Türkiye’de yapılan özelleştirme işlemlerinin, toplumun tümünün refahı yerine, dar bir çıkar grubunun elde etmek istediği rant uğruna, hukuku yok sayan, ekosistemi tahrip eden uygulamalar olduğu görülmektedir. Ülkemizin her yanında, enerji tesisleri için çevre katliamları yaşanmaktadır. Kanun’daki çevreye uyumlu sözü, enerji sektörünü yönetenler tarafından, çevrenin enerji yatırımlarına uydurulması biçiminde ve sıklıkla sorumsuzca uy- gulanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde öncelik, enerji tüketimini hızla arttırmakta değil, enerjiyi verimli kullanmakla, tüketimi azaltmakla ve yenilenebilir kaynakların enerji tüketimi içindeki payını olabildiğince arttırmaya yönelik politikalar uygulamakla ölçülmektedir. Ülkemizin yerli ve yenilenebilir kaynaklarının yetersiz olduğu savı temelsizdir. Türkiye’nin mevcut yerli ve yenilenebilir kaynakları, tükettiğimiz enerjinin kat be kat fazlasını karşılayabilecek potansiyele sahiptir. Ülkemizin dışa bağımlılığının azaltılması, sera gazı salınımlarının düşürülmesi ve istihdamın daha fazla artması için yenilenebilir kaynaklarımızın hızla devreye alınmalıdır. Enerji güvenliğimizle birlikte, ekonomik güvenliğimizi de olumsuz etkileyen mevcut dış politik çizgi terk edilmelidir. Çözüm; ekosistemi gözeterek, iş güvenliğini sağlayarak, teknoloji üreterek ve hukukun üstünlüğü anlayışını, tüm enerji faaliyetlerinin merkezine oturtarak, yerli ve yenilenebilir kaynaklarımızı daha fazla devreye alabilmekten ve enerjiyi kamu eliyle üretip, verimli kullanabilmekten geçmektedir.