Türk Hukukunda Çevre Hakkı ve Aydın Uygulamaları
Metin Aydın
Çevre sorunlarının ciddi boyutlara ulaşarak dünya gündemini belirleyen bir hüviyet kazanmaya başlaması, insanlığın soruna çözüm arayışlarını da beraberinde getirmiştir. Çevre sorunlarının sınır tanımayan niteliği, fertlerin ve devletlerin sorunun çözümüne ilişkin tek başına sergiledikleri gayretleri yetersiz kılmaktadır. O nedenle sorunun çözümü uluslararası düzeyde bir dayanışmayı gerektirmektedir.
Türkiye, Anayasasında çevre hakkına yer veren ve bu hakkı yaşam hakkı bağlamında tanıyan ülkelerden biridir. Bunun yanında Çevre Kanunu’nun pek çok hükmü çevre hakkının ruhuna uygun olarak formüle edilmiştir. Türkiye’de çevre hakkı, 1982 Anayasası’nın 56. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.” Anayasa çevre hakkını herkese tanımanın yanında, devlete ve vatandaşlara bu hususta yükümlülükler de getirmiştir.
56. maddeye göre hakkın konusunu “sağlıklı ve dengeli bir çevre” oluşturmak,
hakkın öznesi “herkes” tir. Öyleyse herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrenin alacaklısı konumundadır. Hakkın muhatabı olaraksa devlet ve vatandaşlar belirtilmiştir. Çevre hakkının Anayasa’da “sosyal haklar” başlığı altında düzenlenmesi, Anayasa’nın 65. maddesinin ihtiva ettiği kısıtlamalardan etkilenmesi riskini doğurmaktadır. Gerçekten de, devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sınırlarını konu alan bu madde; “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir” hükmünü içermektedir. 65. maddenin içerdiği kısıtlama, çevre hakkının muhataplarından sadece devlete yönelmiştir. Fertlerin yükümlülükleri bağlamında herhangi bir sınırlama yoktur.
Aydın halkı Anayasanın 56’ncı maddesinde yazdığı gibi yaşam alanlarını, geçim kaynaklarını ve sağlıklı geleceklerini hızlı bir şekilde yok oluşa sürükleyen çevre kirliliği yapan unsurlara karşı mücadele etmekte, görevini yerine getirmeye çalışmaktadır. Aydın halkının sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip çıkma görevi bazen bireysel bazen örgütlü bir şekilde ama artarak devam etmektedir. Aydın halkı kendi payına düşen çevreyi koruma ve geliştirme görevini yerine getirmekte iken ne yazık ki devlet kurumları kendi adına düşen görevleri yerine getirmemektedir. Büyük Menderes nehri şu an Türkiye’nin en kirli 3’üncü nehridir. Büyük Menderes Havzasını kurtarma projesi 2016 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanmış ve maliyeti 600 milyon TL’dir. Fakat ne yazık ki bu proje bugüne kadar uygulanmadığı gibi Türkiye’de öncelikli uygulanacak projeler arasına, ilk 100 veya 500 günlük eylem planları arasına da girememiştir.
1982 Anayasası’nda çevre hakkıyla dolaylı yoldan ilişkilendirilebilecek maddeler de mevcuttur. Söz gelimi; 35.madde: “mülkiyet hakkı kamu yararına aykırı kullanılamaz”. 63.madde: “devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar”. 43.madde: “kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir”. 169.madde: “devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz”.
44.madde: “devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak, geliştirmek ve erozyonla kaybedilmesini önlemek amacıyla gerekli tedbirleri alır”. 45.madde: “devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önler” söz konusu maddeler arasındadır.
Aydın’daki uygulamalara baktığımızda devlet kurumları bırakın toprağın verimli olarak işletilmesini korumak, tarih-kültür-tabiat varlıklarını ve değerlerini korumak, mülkiyet hakkını korumak, tam tersi uygulamalara sebep olmaktadır. Aydın topraklarının yüzde 85’i kamu tarafından jeotermal kullanımına açılmış, jeotermaller birinci sınıf topraklarda-sulak alanlarda-yaşam alanlarına-tarih ve kültür varlık alanlarında-yerleşim yerleri içinde-hastaneler yanında-mezarlıklar içinde bile kurulmaktadır.
Anayasa’nın "Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir" hükmünü içeren 40. maddesi ile “Herkes, bilgi edinme (...) hakkına sahiptir” ve “kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve TBMM’ne yazı ile başvurma hakkına sahiptir” hükümlerini içeren 74. maddesini de usuli haklar bağlamında çevre hakkıyla ilişkilendirmek mümkündür.
Aydın’da ister bireysel ister STK’lar aracılığı ile olsun, çevre kirliliği yapan unsurların tespiti ve kirlilik ölçüm değerlerinin kamu ile paylaşılmasını istemek bugüne kadar resmi makamlarca karşılık bulmamıştır. Ne yazık ki TBMM’de de Aydın çevre kirliliğinin araştırılmasını talep eden Araştırma Önergeleri’de kabul edilmemekte Aydın adeta kötü kaderine mahkum edilmektedir.
2872 sayılı Çevre Kanununun amacı; “bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak” biçiminde formüle edilmiştir. Kanun’un 2. maddesinde çevre; “Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam” olarak tanımlanmaktadır. Kanun’un 3. maddesi; “Başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler” hükmünü içermektedir.
Kanun’un 21. maddesinde “Çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan herkes ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili gerekli önlemlerin alınmasını veya faaliyetin durdurulmasını isteyebilir” demektedir. Kanun’un katılım hakkını konu edinen 3. maddesinde “Çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür” denilmekte.
Aydın’da ne yazık ki Çevre Kanunu’nun 3’üncü ve 21’inci maddelerinde yazıldığı gibi meslek odaları,birlikler ve STK’ların çevre korunması, çevre politikalarının oluşturulması konusunda katılım haklarının bakanlık ve yerel yönetimler tarafından sağlanmasını, görevlerini yerine getirmelerine kamu tarafından izin verilmesini, aksine görevlerini yerine getirmeye gayret gösterenlere sizler siyaset yapıyorsunuz diye suçlama yöneltilmektedir. Oysa kanunun 3’üncü maddesinde yazan “çevre politikalarının oluşmasında katılım esastır” maddesi çok net ve açık olup, herkese çevre ile ilgili duygu ve düşüncelerini paylaşma, yetkilileri göreve davet etme hakkı ve görevi vermiştir. Aydın’da ise bu hakkı kullanmak isteyenler soruşturma ve sürgünlere maruz kalmakta, STK’lara normalin dışında ek olağan üstü uygulaması cezaları verilmektedir.
2014 yılında çıkarılan ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’nin ‘Halkın katılımı toplantısı’ başlıklı 9. maddesinde; “Halkı yatırım hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere; Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlar ve proje sahibinin katılımı ile Bakanlıkça belirlenen tarihte, projeden en çok etkilenmesi beklenen ilgili halkın kolaylıkla ulaşabileceği Valilikçe belirlenen merkezi bir yer ve saatte Halkın Katılımı Toplantısı düzenlenir” hükmü yer almaktadır.
Aydın’da ÇED yönetmeliğin bu maddeleri uygulanmamakta halkın STK’lar tarafından bilgilendirilmesi toplantılarına yasak getirilmekte, proje uygulamasından en fazla mağduriyetin yaşanacağı yerde değilde halkın katılımının zor olacağı yerde Halkın Katılımı Toplantıları yapılmaktadır.
Çevre Kanun’un ‘Kirletme yasağı’ başlıklı 8. maddesine göre; “Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır. Kanun’un 3. maddesinde; “Kirlenme ve bozulmanın önlenmesi, sınırlandırılması, giderilmesi ve çevrenin iyileştirilmesi için yapılan harcamalar kirleten veya bozulmaya neden olan tarafından karşılanır” hükmüyle ‘kirleten öder’ ilkesini benimsemektedir.
Aydın’da sanayi kuruluşları, belediyeler, jeotermal işletmeleri, maden ocakları oluşturdukları atık ve atıksularını dere-çay-kanallara bırakmakta Büyük Menderes nehrini kirletmekte, Büyük Menderes nehri atıksu taşıma nehri olarak kullanılmaktadır. Yani Aydın’da kirleten öder kuralı geçerli olmayıp, Aydın halkına bedel ödettirilmektedir.
Aydın’da çevre kirlilik seviyesi, kirliliği önleme-kontrol etme-geri döndürme sınır çizgisini aşmak üzeredir. Aydın halkı bu topraklarda yaşamak, torunlarına sağlıklı ve güvenli gelecek bırakmak istiyorsa Anayasanın ve Çevre Kanunu’nun kendilerine verdiği görevi yapmak, kamu kuruluşlarını, Aydın’ın atanmış ve seçilmiş yetkililerini göreve davet etmekten başka, yasa ve kanunların uygulanmasını sağlattırmaktan başka çareleri yoktur.
Kızılcaköy halkı kadını-erkeği, yaşlısı-genci olarak dört ayı aşkın süredir bu hakların nasıl kullanılacağını, nasıl mücadele edileceğini, kamunun göreve nasıl davet edileceğini en güzel örnekleri ile göstermektedir. Aydın’ın kurtuluşu Kızılcaköy olmaktan, kamunun kanunları uygulamasından ve görevlerini yapmasından geçmektedir.
Yorumlar