“Ben Batılı bir aile hukuku profesörü olarak  diyorum ki; Türk milletinin elinden âile nizamını alınız, geriye hiçbir şey kalmaz.” (Prof. Gaston Jezz) Acaba neden bir Batılı aile hukuku profesörü Osmanlı’nın sahip olduğu her şeyi aile  nizamına (düzeni)  dayandırıyordu. Geliniz  bu soruya, Osmanlı’nın son devresinden dünyaya  gelen  Münevver Ayaşlı’nın hâtıralarında  cevap arayalım.O , Osmanlı aile nizamını şöyle anlatıyor: “Osmanlı aile  hayatındaki güzellik, nezahet ve samimiyet zannetmiyorum ki başka bir yerde olsun. Osmanlı’daki İslâmî hayat, huzurlu bir hayatın  zirve noktasıydı. Birbirine sevgi- saygı, bayramlarda- kandillerde küçüklerin büyükleri ziyareti, büyüklerin  küçükleri okşamaları- iltifatları şiir gibi bir hayat  yaşatıyordu. İnsanlara. ‘ Osmanlı hayatı nedir?’ diye sorarsanız; güzelliklerle dolu, edebiyatla bezenmiş bir şiirdi diyebilirim.’ Bu hayat ne Avrupa’da ne Amerika’da vardır. Hatta başka  dindaşlarımız arasından böylesi güzellikleri  yakalamış başka millete rastlayamıyoruz.” Evet, bir kere ailenin temel taşı olan  kadının mevkii (konumu) sağlamdı.Çünkü La Baronne Durand de Fotnmange’nin  dediği gibi, “Ülkenin asırlık âdet ve an’aneleri ile dini hükümleri her seviyedeki kadını koruduğu için  Osmanlı’da  ne iğfal edilmiş kız, ne sokakta  bulunmuş çocuk, ne düello, ne de intihar var”dı. Kadın, evlilikte hak ettiği itibarı buldu. İşte bir başka Batılı Avrupalı Mareşal Noltke Sur Lorienf’nın söyledikleri: “İtiraf etmeliyiz ki; bizde genç bir kız, nişanlılıktan evliliğe geçmekle bir derece daha itibardan düşer. Çünkü , zenneperest erkeklerin aşıkane iltifatları, pek tabi ki bütün ömür  boyu sürmez. Şarkta ise evlilik, kadını yüceltir; zira, erkeğe tabi olmakla  beraber ev içindeki hizmetçilerin, uşakların, kız ve erkek çocukların tek hakimi odur.” Osmanlı’da toplumu ayakta tutan  ictimaî müesseseler; mahalle cemiyetleri, aile düzeni ve lonca teşkilatlarıdır. Osmanlı sistemini güçlü kılan  bir diğer faktör de, mahalle düzeni idi. Mahalle, aile için  bir kalkan vazifesi görüyordu. Bir mahalleden  ötekine  taşınabilmenin şartları vardı. Her şeyden evvel iyi bir insan olduğunu, umumi hayata zarar verecek bir huyu ve alışkanlıklarının bulunmadığını, bir iş veya sanata sahibi olduğunu ispatlaması gerekiyordu. Kısacası mahalle, bugünkü sosyal güvenlik sisteminin  fonksiyonunu yerine getiriyordu. Mahalleli arasındaki yardımlaşma, bugün gıpta  edilecek seviyede idi. Evlilik çağına gelmiş bir fakir bir kızın çeyizini, sermayesi olmayan genç bire sanatkârın âlet ve edevatını veya yoksul olduğu için tahsiline devam  edemeyecek olan  bir talebenin  ihtiyacı olan parayı hemen  bulur verirlerdi. Osmanlı aile nizamı içinde baba da hürmet ve itaatı temsil ederdi. Babanın aile içindeki bu saygıya layık yerini, Türk insanına pek sıcak bakmayan, hep Türkler’in aleyhinde olan İngiliz sefiri Sir Jamer Porte şöyle anlatır: “Türklerde baba sevgisi çok kuvvetlidir. Onun için çocuklarda babaya karşı sonsuz bir hürmet  ve itaatla beraber, evlat vazifesiyle alâkalı olabilecek her şeye karşı da sarsılmaz bir bağlılık görülür. Bu terbiye tarzının neticesi olarak Türkler’de, büyüklerine karşı son derece saygı ve yaşları ilerledikçe ihtiyarlra karşı büyük bir hürmet hasıl olmaktadır.” İşte, Osmanlı ‘nın aile nizamı buydu. Ya bugün?! Bugünkü düzensizliği sosyolog Prof. Dr. Ümit Meriç hanımefendi şöyle hülasa ediyor: “Baba ocağından kovuldu insanlar. Ya sokağa döküldüler, ya gecekondulara sığınmak zorunda kaldılar. Aile topluluğu çöktü, ev diye bir şey kalmadı. Kadınlar pazarda iş aramaya  başladılar. Feminizm , eskiden hayatını evinde kazanan kadının , pazarda iş bulma davasıdır.”‘ Böyle devam ederse; yani flört ile aile kurma toplumun bütün katmanlarına yayılıp, “ne olacak, kız- erkek birbirini iyi tanısınlar” anlayışı hakim olursa; Müslüman-Türk milleti yok olmuş demektir. Bindiğimiz dalı kesmek üzereyiz. Türk aile yapısını bozcu  her türlü faaliyete karşılık; bununla mücadele edecek birileri  çıkmazsa; düveli muazzamanın toplarına gerek kalmayacaktır. İşte, bu yüzden teknik kudretiyle elde edemediği  neticeyi, Türk ailesini sarsıcı, bu milleti içten yok edici teşebbüslere var gücüyle  sarılan  “şer” odakları hayli mesafeler katetmişlerdir..  Zira “ZİNA” gibi inanç sistemimizin temelini oluşturan bir müeyyideyi iç meselemiz olarak göremediğimiz ortadadır. Batı’nın asıl yüzünü nasıl olduğunu  “ZİNA” maddesine karşı gösterdiği tepkiden bir kere daha anlıyoruz. Aslında bu maddenin çıkıp çıkmaması o kadar önemli değildir. İnsanın beyni zina ediyorsa, ona bir şey yapamazsınız. Burada mühim olan husus, batının bize karşı, bizim en kutsal değerlerimizle alay edercesine ve “bakın, biz sizin her şeyinizi esir aldık; hatta namusunuzu da” dercesine var gücüyle saldırmasıdır. Bunda şaşılacak bir şey yok: Şaşılacak olan ise, bizdeki bazılarının kraldan çok kralcı kesilenlerin aldığı tavırdır.