Mübarek Ramazan-ı şerif orucunun müjdecisi tabiî ki Ramazan Bayramı’dır. Dikkat buyurulsun: Şeker Bayramı değil.. Ramazan-ı şerif ayını ve dolayısıyla bayramı basit bir şeker bayramına dönüştürmek isteyen nevzuhur bir takım şahıslar art niyetlerini –daima-açık etmektedirler. Müslümanların zihninde yanlış algı oluşturmaktadırlar. Bu tür kelime oyunlarıyla bir milletin inanç değerlerinin iğdiş edildiğini fark edilmediğini düşünüyorlar; ancak yanıldıkları aşikâr. Bizim meseleye bakışımız ise Ramazan-ı şerşif bayramı - diğer bayramlarımız gibi- şeker bayramından daha öte bir milletin harcını meydana getiren ana unsurların başında gelmektedir. Bir milletin mensup olduğu inancı gereği birlik ve beraberliğine delâlet eden günlerin olması; kalbî birlik, ruhî ahenginin tesisinde büyük rol oynaması kaçınılmazdır. Bu günlerin önemi diğer zamanlara nazaran daha da artmaktadır. Artmalıdır da… Hususiyle böyle ehemmiyet arz eden günlerin bir medeniyetin inşasında, ne büyüklükte bir ihtiyaca cevap verdiğini cemiyetin kendi arasındaki münasebetlerinden anlamak mümkündür. İşte, Müslümanların, bahusus (özellikle) Müslüman-Türklerin (tabiatıyla aynı inancı paylaşan ırkdaş ve diğerleri için de caridir) böyle mübarek günlere ayrı bir önem verdiklerini görürüz. Kıymet arz eden bu vakitler: Bayramlardır. Dini Bayramlarımızdır. Müslümanlara mahsus olan Ramazan-ı Şerif ayının şerefine verilen Ramazan Bayramı ise ayrı bir yere sahiptir. Bir ay boyunca yasaklanan her şey,o gün serbesttir. Hatta bir gün evvelinde yemenin haramlığı; bayram gününde yemememin haramlığı; biz Müslümanlara ne büyük lütuftur. Bakınız, bayramın mânâsında bile güzellik vardır. Bayram, ferah ve sûrur günü demektir. Arapçası “Iyd”dır. Bayram tebrikine ta’yid, bayramlaşmaya da muayede denir. Muayede ( Bayramlaşma), bizde ayrı bir yere sahiptir. Toplumun her ferdinden, idarenin tepesine kadar; herkes bu geleneği yaşamaya çalışır. Çalışması da lazımdır… Bu âdet Osmanlı’dan gelen güzel bir ruh iklimin yansımasıdır. Bu bayram günlerinde dargın kalplerin yumuşaması, uzakların yakın olması , aranmayanların aranmasına vesile olması babından birer fırsattır.Millî ve Dinî bütünlüğümüze  gelebilecek tehlikelere,bu bayramlar güzel bir cevap niteliğindedir.Başka milletlerde var mı bilemem ama, tebrikleşme, tebrik atma( şimdilerde mesaj çekme; olsun, bu da tebrikleşmenin modernleşmiş şeklidir) duygularımızın, hissiyatımızın zirveye ulaştığına işaret eder. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Medine-i Münevvere’yi teşrif edip; ahalisinin senede iki bayram yaparak eğlendiklerini görünce :”Allahü Teala o iki bayram günlerine bedel olarak onlardan daha hayırlı iki bayram günleri ihsan buyurmuştur” diye müjdelemesi bayramın bir medeniyet inşasındaki önemine işaret etmiştir.  Batıl, harici uygarlığa alternatif ve muazzam bir medeniyetin ikamesini muştulamıştır. Malum, bu iki bayram da Ramazan-ı Şerif Bayramı ve Kurban Bayramı’dır. Burada önemine binaen bir hususu arz etmek istiyorum: Bilerek veya bilmeyerek Ramazan-ı Şerif Bayramı’na “şeker bayramı” diyerek; aslında bir medeniyetin temeline dinamit konmaktadır. Aslî mecrasından çarpıtılarak “sıradanlaştırılmaya “ çalışılmaktadır. Sekülerleştirilmek istenmesi acıdır. Bu bayramın dinî ciheti yok farz edilmek istenmektedir. Bu da şuursuzlaşmaya sebep olmaktadır. Bayramlarımızın derin bir mânâsı vardır. Bayramlar, İlahi rahmet ve nur yağmurlarıyla, günah kirlerinden temizlenmiş, dinî ve manevî vazifelerini en güzel şekilde yerine getirmeye çalışmış kullarına, Mevlamızın bir mükafatıdır… Yani şekerleşmiş bir bayram değil, ruhi tarafı olan bir bayramdır. Bayramlar, Müslümanların birbiriyle kaynaştığı, karşılıklı sevgi ve kardeşliğin en ziyade tezahür ettiği günlerdendir. Akraba, eş,dost ile  bayramlaşma, kabir ziyaretleriyle ahireti hatırlatma, ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatarak herkesin bayram yapmasını temin etmek; bayramların  güzelliklerinden karşılıksız sevme,  Allah Rızası için  muhabbet besleme, ziyaret; bizim aslî hasletlerimizi teşkil etmektedir. Bayramlar, “vuslat-ı tâmme”dir.  Bu güzel an’ane devam ettirilmelidir.  Gelecek nesillere nakledilerek; “geçmiş”in ve “an”ın güzellikleri geleceğe taşınmalıdır. Bunlar, bizlerin olmazsa olmazları olmalıdır. Böyle kutsî günleri; “sekülerleşme”adına batı uygarlığına feda edersek; istikbalde neyi hatırlayacağını ve yaşayacağını bilemez nesillerin peyda olmasına zemin hazırlamış oluruz. Medeniyetimizin ana yapı taşları olan Dini Bayramlarımız, bizim harcımızdır. Milletimizin bekasına en büyük ve aslî katkıyı sağlayacak olan bir husustur. Bu bayramlarımız, canlı canlı yaşanmalı ve yaşatılmalıdır. Bunları da “kendimize” benzeterek hakiki seyrinden uzaklaştırmamalıyız. Yani, sırf tatil gayesiyle, felekten bir gün havasıyla bayramlara bakılırsa, bayramın gerçek ruhundan uzaklaşmışız demektir. Bu günleri hem eğlenerek, hem ziyaret ederek, hem de “ötelere” sermaye hazırlayarak ifa edersek, Bayram’ın ruhuna muvafık hareket etmiş oluruz. Bayramlaşmanın, -bu şekilde yerine getirildiği taktirde - bir medeniyetin inşasında ne kadar mühim bir yere sahip olduğunu idrak etmiş oluruz. Bütün Müslümanların Ramazan-ı şerif Bayramını tebrik ediyorum.