Benden sekiz,on yaş büyük sevgi ve saygı duyduğum bir meslektaşım yetmişli yaşlarda ama dingin bir kuruyemiş imalatçısı olan ahbabından bahsederdi ara sıra. O bilge adamdan medeniyet, kültür ve irfan değerlerimize dair çok şey öğrendiğinden dem vurur ben de büyük bir merakla dinler içten içe onların bu dostluğunu kıskanırdım. Onca yıldır ahbaplık etmesine rağmen O bilge zat ondan zerre kadar bişey istememiş, genç dostu hekim olmasına ve birçok sağlık problemi olmasına rağmen ve dostluğunu asla suiistimal etmemişti. Bu çok ilginç ve kaydadeğer idi ve O’nu gözümde iyice değerli kılmıştı. Ama mesleki yoğunluğumun ve bende oluşturduğu Tükenmişlik, meslektaşımın O’nunla tanıştırma talebini hep ertememe yol açmıştı. Artık tam zamanıdır diye düşünmeye başlamışken daha hastaneye başlamaya birkaç hafta kala bir Cuma günü arkadaşım O’nunla tanıştırma teklifini edince hayli şaşırmıştım. O’nunla tanışamadan önce arkadaşımdan kuruyemişçi dostu ile olan dostluğundan biraz bahsetmesini rica etmiştim ve o da bana uzun uzun onunla olan hikayesini anlattı. Meslektaşım çalıştığı ilçedeki devlet hastanesine ilk uzman doktor olarak geldiğinde büyük bir boşluk içinde idi.Yaşı otuza dayanmış ancak sevdiği istediği ve hayal ettiği bir beldede mesleki ortama kavuşmasına rağmen kısa sürede herşey rutinliğe dönüşmüş ve sahip olduğu herşey sıradanlaşmıştı. Anlam veremiyordu acaba herkes mi böyle hissediyordu yoksa sadece kendisi mi?Ve manevi bir huzur iklimi aramaya başlamıştı. Çünkü bu arayışın aslında insana verilmiş müthiş bir arama motoru gibi genetik yapısına yerleştirilmiş “metakognisyon” genleriyle alakalı olduğunu öğrendiğinde Rabbine sonsuz şükürler edip sadakalar verecekti yanlış yolda olmadığından dolayı… Genç meslektaşı askerlik yaptığı yerden geldiğinde orada ayrılmak zorunda kaldığı yetkin zatın tavsiyesiyle mutlaka bir gönül-dostu edinmesi gerektiğini hissediyordu. Ve her Cuma günleri askerdeyken O yetkin zat ile sohbet eder ondan manen feyizlenir tavsiyelerini dinler ve aslında kaba ve hoyrat ve aceleci olan davranışları başta hastalarına, ailesine ve etrafına karşı çok daha nazik olurdu kısa süreliğine. Ama kendini rahatsız eden bu otomatik modundan kurtulmak istiyordu biran önce fakat nefsinin şerrinin kendisine oynadığı akıl oyunları onu bir türlü rahat bırakmıyordu. Üstelik on beş-yirmi bin nüfuslu ilçede branşında tek uzman doktor olunca egosu hayli şişkin ve kendini”Müstakilen Var ve Muhtar “yetki sahibi zannederek yaşıyordu.Hekim de olsa aciz bir insan olduğunu “gerçekten yetki sahibi olmadığını” daha henüz idrak edememişti. Meğer “…mış gibi yaşamak zorunda olduğunu” çok sonraları öğrenecekti bir başka zülcenaheyn alimden… İşte tam da böyle bir halet-i ruhiye içindeyken bu kuruyemişçi Hacı M.ağabeyi ile tanışmış idi. Meslektaşım artık Cuma günü sohbetlerini ,elli yıl evvel geldikleri memleketleri olan İskilip’li Hacı M. ağabeyi ile sürdürüyordu… O bir Ehl-i İrfan ve menfaatsiz bir (li-vechillah)dostluk kurmuştu yıllar yılı genç hekimle. Diri gönüllü bu adam varlıklı ama bir o kadar cömert,medeniyet, kültür ve edebiyata özellikle de divan şiirlerine vukufiyet göstermesi açısından hayli zengin idi. (DEVAM ADECEK).