Hz Ömer (ra) zamanında fethedilip İslam’ın barış şehri ünvanını kazanan Kudüs, Eyyubiler, Memluklar ve dört asır idaremiz altında bulunan Kudüs’ü 9 Kasım 1917’de İngilizler’e terketmek zorunda kalışımıza kadar bütün semavi dinlerin şehriydi. Ancak , ne zaman ki Mescid-i Aksa'yı bekleyen son Osmanlı askeri Dâr-ı bekaya göçtü( şuur nöbeti); Kudüs’ü o vakit kaybettik. Ancak tarihe bakıldığında Yahudi - Hıristiyan Uygarlığı Siyonist Haçlı Zihniyeti’nin vahşiliği, tarihi bir hakikattir. « Kudüs tarih boyunca büyük istila ve katliamlara sahne olmuş ve bazen şehrin tamamının yakılıp yıkılması ve insanlarının tamamının sürgününe sahne olmuştur. Bazen de şehir tahrip edildikten sonra ibret olması için Mabed'in sadece bir duvarı bırakılmış ya da Haçlıların yaptığı gibi şehirdeki bütün insanlar katledilmiştir. Üç semav! dini, ortak paydasında tutan Kudüs, İslam hakimiyeti dışındaki dönemlerde bu konumunu koruyamamıştır. Gerçekten İslam fethi, diğerlerine göre başka bir mahiyet arz ediyordu. Hz. Ömer' in, Kudüs'ün ileri gelenleri ve ruhani lideri ile birlikte şehri gezmesi, namaz için papazın teklifini yukarıda zikrettiğimiz sebepten dolayı kabul etmeyerek kilisenin dışındaki bir avluda kılması ve zimmilere karşı genel tutumu İslam hakimiyetinin nasıl bir veche alacağını daha başlangıçta göstermekteydi. Şehirdeki bütün insanlara din, mezhep, çalışma ve seyahat hürriyeti tanınıyar ve bugünkü manası ile insan temel hak ve hürriyetlerinin genel çerçevesi çizilmiş oluyordu. Hz. Ömer'in Kudüs'ün fethinde ortaya koyduğu bu anlayış 1187 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından aynen tekrarlanacaktır. Oysa 1099 yılında Haçlılar Kudüs'ü istila ederken Müslüman ve Yahudilerin hemen hemen tamamını katletmişlerdi. İslam ve Hıristiyan kaynakları bu konuda adeta birleşirler. Haçlıların ortaya koyduğu bu anlayışı XX. Yüzyılın ikinci yarısından beri Kudüs ve Filistin halkı hala çekmeye devam etmektedir. Tarih boyunca Kudüs'e hangi toplum hakim olursa olsun şehrin adı barış ve kutsal sıfatı ile birlikte ifade edilmiştir. Oysa Kudüs ancak Hz. Ömer'in gerçek fetihi ile tarihinde pek de alışık olmadığı bir barış sürecine girecektir. Bu barışın ruhuna uygun idare anlayışı Eyyubiler, Memluklar ve özellikle Osmanlılar döneminde devam edecektir » Hz. Ömer (ra)’ın Kudüs ahalisine verdiği Emanname’yi baş tacı eden Osmanlı Türk Devleti pırpırlı bir onbaşıyla yıllarca Kudüs'te barış ve huzuru sağlıyor; Siyonist politikayı izleyen İsrail ise vahşet, kan ve gözyaşı ile İslâm Medeniyet Havzası’nda çıbanbaşı olarak varlığını devam ettiriyor. Günümüzde içinden çıkılmaz bir hal alan, uluslararası mesele haline gelen Kudüs sorunu, ancak Iğdırlı Onbaşı Hasan şuuruyla zemini tesis edilen Osmanlı Barışı ile Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin birlikte yaşamaları mümkündür. Görünen o ki bu birlikteliği sağlayacak bir idare telakkisi olan Osmanlı Barışı dışında bir çözüm bulmak mümkün görünmemektedir. Osmanlı Barışı haricinde bir arayış şehrin siyasi, dini, coğrafi ve demografik gerçekleriyle de bağdaşmayacaktır. Hülasa edersek: Dört asır idaremiz altında bulunan Kudüs’ü 9 Kasım 1917’de İngilizler’e terketmek zorunda kalmıştık ama aslında biz, Mescid-i Aksa'yı bekleyen son Osmanlı askeri Dâr-ı Bekaya göçtüğünde Kudüs’ü zaten kaybetmiştik. Kudüs, yani Mescid'ül Aksa, Müslümanların namusudur. Bu namusu korumak ve kollamak Müslüman Türk Milletinin en son neferine nasip oldu. Ve bu vazifeyi üstlenecek bir babayiğit daha gelmedi. İslam âleminin namusunu kurtaran son Türk askeri, merhum gazeteci İlhan Bardakçı hadiseyi bize naklettiği hadisede saklıdır. Aslında geleceğimizi muhafaza ediyor. Acı ama bir o kadar da ibretlik bu hatırayı yeni nesle belletmek ve ders çıkartmak boynumuzun borcudur. Iğdırlı Onbaşı Hasan, Türk geçliğine tekrar tekrar anlatılmalıdır. Hatta Mescid-i Aksa’ya gidilerek olayın meydana geldiği mahalde tarih dersi yapılmalı ki bir milletin namusunu, şerefini, haysiyetini muhafaza nasıl olurun şuurunu gençlerimizin zihnine kazımalıyız. Şuurlanma, ancak böyle olur.