Sevgi Yolu’nda yeni açılan kafelerden birine gidip kendime kahvaltı söyledim.
Bir yandan kahvaltımı yaparken, bir yandan da altı numaralı bakışlarımla etrafı kesiyordum.
Yan masada kahvaltı yapan iki kızda biriyle kesişmeye başladık.
Kesiştiğim kız, diğer kıza, “Köpeğime o kadar mama veriyorum ama o hala dışarıdaki çöpleri karıştırıyor aynı bazı erkekler gibi” diyerek erkeklerden dert yandı.
Tanışma fırsatı doğduğu için hemen atıldım ve “Pardon ama itin durmadığı evde erkek neden dursun ki?” dedim.
Kız bana şöyle bir baktıktan sonra “Al işte başka bir geri zekalı” dedi.
Nerde hata yaptığımı anlamadım ama tanışamadan biten bir aşkın ızdırabıyla başımı hafifçe önüme eğip kahvaltıma devam ettim.
*
Kahvaltıdan sonra Mehmet Akgül’ü aradım ve “Abi Ege Gazeteciler Federasyonu’nun kongresine senin arabayla gidelim” dedim.
Cumartesi sizler yatağınızda mışıl mışıl uyurken ben, Mehmet Akgül ve Recep Başkar, Afyon’a doğru yola çıkmıştık bile.
Ege Gazeteciler Federasyonu’nun 3’üncü Olağan Genel Kurulu’na Aydın Büyükşehir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak benimle birlikte delegelerimiz Mehmet Akgül ve Recep Başkar da katıldı.
Soğuk Afyon’un sıcak insanları otelde karşıladılar bizi.
Toplantılar, yemek fasılları derken zaferin, mermerin ve sucuğun başkenti Afyon’da genel kurulumuzu gerçekleştirdik.
Muğla Büyükşehir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Cem Kaytan EGF Genel Başkanı oldu.
Ben ve Mehmet Akgül 11 kişilik yönetimde yer aldık.
Görev dağılımı yaptığımız toplantıda da diğer cemiyet başkanlarının takdiriyle EGF Genel Başkan Yardımcısı görevi bana verildi.
Recep Başkar abimiz de Yüksek İstişare Kurulu’nda yer aldı.
Böylece Aydın’ı 3 kişiyle aktif olarak temsil etme şansına sahip olduk.
Neyse ki, aşk hayatımdaki başarısızlığım iş hayatımda yok.
*
Afyon’da sadece meslektaşlarımız misafir etmedi bizi.
Afyon’da görev yapan Savcı Murat Özcan da ayrıca misafir etti.
Çine’nin yetiştirdiği güzel insan Murat Özcan’a ve misafirperverlikleri için Afyon’daki meslektaşlarımıza teşekkür ederek yola çıktık.
Yolda Mehmet Akgül’e döndüm ve “Benim asker arkadaşım var Dinar’da ona da bi uğrayalım” dedim.
Dinar’ın Akgün Köyü’nde yaşayan ve 1996/4 tertip Siirt’te askerlik yaptığım sevgili dostum Serdar Karagöz’e haber vermeden daldık köye.
Kaç yıl olmuş görüşmeyeli.
Köye varınca sorduk “Serdar Karagöz’ü nerede bulabiliriz?” diye.
“Haaa muhtar o. Muhtarlık binasında olur” dediler.
23 yıl önce kader ve silah arkadaşlığı yaptığım sevgili dostum bi de muhtar seçilmiş.
*
Serdar, gülen yüzü ve hilal bıyıkları ile karşıladı bizi.
Çay içerken de sohbet ettik.
Seçimden önce verdiği 11 maddelik sözün büyük kısmını kısa zamanda gerçekleştirmiş.
Köyün Antalya yolu ve Çay yolu bağlantılarına kadar olan kısmında düzenleme yaptırmış.
Köy giriş ve çıkışlarına ‘Hoş geldiniz’ ve ‘Hayırlı Yolculuklar’ yazan kemeri yaptırmış.
Arazi yollarını düzeltilmiş ve su birikmesini önlemiş.
Köy çeşmelerinin tekrar faaliyete geçmesini de sağlayıp, nostaljiyi yaşatmış.
Köye gelen aile hekimi için özel bir yer oluşturup, bekleyen hastalar için yazın serin, kışın sıcak olacak şekilde bir bekleme salonu yaptırmış.
*
Heyecanı yüksek bir muhtar olmuş.
“Yapılacak daha çok proje var” diyor.
“Halkımızın refah seviyesi yüksek, insancıl bir hayat sürdürebilmesi için mücadele ediyorum” diyor.
“Dışım ‘halk’ ile içim ‘hak’ ile olacak şekilde hizmet etmeye çalışıyorum. Hiç kimse hiçbir yerde baki değildir. Hiç kimse bulunmaz hint kumaşı değildir” diyor.
*
Köydeki kadınlarına, köy okulunda halk eğitim destekli Kadın Dayanışma Yardımlaşma Derneği kurup kadınlara hak ettiği değerleri vermek ve aile ekonomisine ekstra katkılarda bulunmalarını sağlamak istediğini anlatıyor.
Muhtarlık bünyesinde bir fon oluşturup, askere gidecek gençlere belirlenen miktarda yardımlarda bulunmak istediğini söylüyor.
Sadece kadınla değil, gençler, orta yaşlılar ve yaşlıların da sosyal aktiviteler yapabileceği projelerden bahsediyor.
Bunları yaparken Afyon Milletvekili Avukat Ali Özkaya, İl Genel Meclisi Üyeleri Bilal Demiröz ve Ahmet Çetin’den de çok destek gördüğünü de söyledi ve teşekkür etti.
*
Benim arkadaşıma da böyle çağdaş bir muhtar olmak yakışırdı.
En güzeli de 23 yıl görüşmesek bile, bir gün kapısını çalacağımız dostlarımızın var olduğunu bilmek.
BU UTANÇ BİZE YETER
Savaş hiç kimsenin isteyeceği bir şey değil.
Tarih boyunca savaşmış bir milletin çocuğu olarak bunu en içten duygularımla söylüyorum.
Ülkemizde de savaştan kaçıp gelen resmi rakamlara göre 4 milyon Suriyeli yaşıyor.
Dünyadaki hiç kimsenin onların yaşadıklarını yaşamasını istemem ancak savaştan kaçıp sığındıkları ülkemizdeki dengeleri değiştirmelerine,
kendi vatanları için savaştan kaçıp ülkemizde bol bol sevişip çocuk yapmalarına,
devletin kendi vatandaşına bile tanımadığı imkanlardan sınırsızca faydalanmalarına karşıyım.
*
Bir an önce ülkelerine dönmeleri gerektiğine inananlardanım.
Yedi (7) yıllık misafirlik olmaz.
*
Birçok vatandaşımız da eminim ki benim gibi düşünüyor.
Bakın yaşananlara son örnek Ankara’dan.
Ankara Batıkent’te çocuğunu kaldırıma yatırıp çöpten yiyecek toplayan kadına "Suriyeli misin?" diye sorduklarında "Keşke Suriyeli olsaydım" cevabını vermiş.
İşte bu utanç bize yeter.
KANDAŞINA SAHİP ÇIK
Utanmamız gereken ikinci bir konu da, geçtiğimiz hafta yazdığım Doğu Türkistan konusudur.
Suriyeliye tanınan imkanlar maalesef kandaşımız olan Uygur Türklerine tanınmıyor.
Geçen hafta uzun uzun yazmıştım, bu hafta bir cümle ile özetleyeyim istedim.
*
Boşa gitti Kür Şad'ın verdiği bunca emek.
Türk yurdunu ısırdı ‘Çinli’ adlı bir köpek.
GÜNÜN FIKRASI
Tanrı, Adem ile Havva'yı yaratalı birkaç saat olmuştu ve ikisi üzerindeki son rötuşları yapıyordu.
Elinde sadece monte edilecek iki parça daha kalmıştı.
Bunları hangisine takacağı konusunda kararsızdı.
“Elimde 2 parça daha var" dedi ve devam etti “Bunları da sizlere monte edeceğim. Bunlardan biri ayakta işemeye imkan veriyor. Diğeri.."
Diğerini söyleyemeden Adem büyük bir coşkuyla hemen atıldı:
"Ben, ben! Bana ver onu. Çok eğlenceli olacak. Onunla ayakta işeyebileceğim. Ne olur bana ver onu" diye yalvardı.
Adem'in ısrarları ve çocuklar gibi zıplayıp durmasına fazla dayanamayan Tanrı, o parçayı Adem'e monte etti.
Adem sevinçten çılgına dönmüştü.
Hemen etrafta koşturup her yere işemeye başladı.
Bir kayayı ıslattı, zig zaglar çizdi, kuma adını yazdı, sonra da ilerideki bir taşı vurmaya çalıştı yeni oyuncağıyla.
Durumu gören Havva üzgün ve süzgün:
“Tanrım bana takacağın parça nedir?" diye sordu.
Tanrı, Adem'e acıyarak baktı ve iç geçirerek cevap verdi:
“Beyin kızım! Beyin"