Türkiye’de jeotermal faaliyetler 1960‘lı yıllarda başlamış, jeotermal yasasının çıkarıldığı 2007 yılından sonra hız kazanmış, jeotermal enerjiden elektrik üretimi son 15 yılda 100 kat artmış, 2022 yılına geldiğimizde elektrik üretimi 1650 MW’lara ulaşmıştır. Bu artıştan en fazla payı Aydın ili almıştır. Bugün tüm dünyada birim toprak yüzölçümü başına jeotermal santral (JES) sayısın en fazla olduğu yerleşim yeri Aydın ilidir. Tüm Avrupa kıtasında jeotermal kaynaktan üretilen toplam elektriğin yüzde 24’ü Aydın ilinde üretilmektedir. Ne yazık ki JES sayısındaki fazlalık yanında, Jeotermal yasasının sadece enerji üretimine endeksli çıkarılması ve uygulanması, ekoloji-sağlık-tarım-yerleşik yaşamın yok sayılması Aydın’ı yaşanmaz hale getirmiştir. JES’lerin hava, yerüstü su, toprak, tarımsal ürünlerde yaptığı kirlilik bilimsel çalışmalar ile ispatlanması dışında, Aydın halkı tarafından günlük yaşamda bizzat hissedilmekte-görülmekte ve yaşanmaktadır. JES’lerin yaptığı diğer önemli kirlilik yeraltı su kaynakları üzerine olmasına rağmen, görünür olmaması nedeni ile bu durum çok fazla dikkat çekmemekte, gündeme gelmemektedir. JES’ler hem kurulum hemde işletme sırasında yaptıkları faaliyetlerin büyük çoğunluğunu yerin altında yapmaktadır. Burada önemli olan nokta; işletmelerin JES kurulum ve faaliyetleri sırasında hangi teknolojiyi ve malzemeyi nasıl kullandıkları ve çalıştıklarının, üretim ve reenjeksiyon kuyularında çatlak ve akışkan sızıntısının hangi oranda ve nereye olduğunun, yeraltı sularında kirliliğin ne boyutta olduğunun kimse tarafından tam olarak bilinmemesi, bilinmemesi dışında merak edilmemesi ve denetlenmemesi, bu konuda jeotermal yasasında herhangi bir yasal düzenlemenin ve mevzuatın olmamasıdır. Adnan Menderes Üniversitesi tarafından Aydın’da yapılan çalışmada JES kurulum ve faaliyetleri sırasında yeraltı sularında yüzde 40’a kadar varan oranlarda akışkan karışması olduğu saptanmıştır. İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi tarafından yapılan çalışmalarda Aşağı Büyük Menderes Havzasında jeotermal akışkanların yüzde 50’yi aşan oranlarda yeraltı sularına karıştığı saptanmıştır. Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından Gediz Havzasında yapılan çalışmada yeraltı sularında Arsenik seviyesi normal sınırın 300 katı fazla oranda saptanmış, sebebi ise JES’ler bulunmuştur. İzmir Jeoloji Mühendisleri Odası eski yöneticisi ve MTA çalışanı Mehmet Tuğran “Türkiye’deki Jeotermal Sondaj Uygulamaları, Çevre Problemleri ve Çıkarılan Dersler” adlı rapor yayınladı.Bu raporda dikkat çeken noktalar şunlardır; Türkiye’de sondaj ve rezevuar çalışmalarındaki olumsuzluklar, mevzuat ve denetim eksikliği, şirketlerin konuya yabancı olması, bilgili teknik elemanların son derece az olması, çevre konularındaki problemleri tetiklemiştir. Jeotermal üretim ve reenjeksiyon kuyuların çoğunda çimentolamalar sağlıksız yürütülmekte, çimentolamaların ardından yapılan işlemin sağlamlığı teyid edilmemekte, kuyu programında belirtilen boru teçhizleri uygun yapılmamakta, çok az kuyuda ölçüm yapılmakta, reenjeksiyon kuyuları kontrolu periyodik olarak yapılmamakta, çimento sağlamlığı şüpheli olan kuyularda performans artırımı için defalarca yapılan asitleme uygulamaları olumsuz etkilerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. 2007 yılında kabul edilen jeotermalle ilgili yasa ve ilgili yönetmelikte çevre kirliliğine yönelik maddeler oldukça eksiktir. Yasada akışkanlar için arıtıldıktan sonra ( bor nasıl arıtılabilir ise) deşarj yapılabilir denmesi, deşarj olası değilse MTA incelemesi sonucunda tedbir alınarak yapılabileceği maddesinin yer alması şanssızlıktır. Yasada akışkanlar için elektrik dışı kullanımlarda deşarj yapılabilir denilmesi yine hatalıdır. Jeotermal yasasının çıkarılmasının ardından sektörde yaşanan hızlı gelişme nedeniyle jeotermal kuyuların kazılması için petrol sektöründen kuleler getirilmiştir. Sürdürülen çalışmalarda istihdam edilen sondaj mühendislerinin, tahmin edilebileceği gibi jeotermal deneyimlerinin eksik ve deneyim kazanım hızlarının sektör gelişimiyle aynı olmadığı görülmüştür. Sondaj ve işletme sırasında jeotermal kuyulardan ve santraldan havaya salınan yoğuşmayan gaz ve su buharı ile çevreye bırakılan akışkanların verebileceği zararlar önlem alınarak en aza indirilebilirse de, Aydın’da yapılan jeotermal işletmeciliğinde bu tedbirlerin alınmadığı ve uygulanmadığı görülmektedir. Şirketlerin geri basım yaptıkları reenjeksiyon kuyularının sağlam olduğu konusunda hiçbir bilgi yoktur. Kontrol testi yapılmadan bilinemez, kendileri de bilemez. Kuyularda zamanla deformasyonların oluşabileceği petrol kuyularının istatistiklerinden bilinmektedir. 2016 tarihi itibariyle 1.8 milyon petrol kuyunun yüzde 35’i hasarlı bulunmuştur. Reenjeksiyon kuyusundaki muhafaza borularında kaçak olup olmadığını ve boru arkasında kötü çimento, kanallaşma veya hiç çimento olmaması nedeniyle üst taraflarla irtibatlı olup olmadığı testlerle belirlenmesi gerekir. Ama bu işlemler henüz Türkiye’de mevzuat eksikliği nedeniyle yapılmamaktadır. Ayrıca bazı kuyuların hatalı delinmesi söz konusu olması ve bunun yanında sık sık asit basılması nedeniyle periyodik kontrolu şarttır.
Türkiye’de jeotermal sahaların işletilmesi sırasında toprak yüzeyinde alçalma ve/veya kabarmaların takibi yapılmamaktadır. Oysa dünyanın çeşitli yerlerinde yüzey deformasyonları çok uzun yıllardır izlenip araştırılmaktadır. Örneğin Wairakei /New Zealand’da alçalma ilk defa 1960’larda fark edilmiş ve 15 metreden fazla alçalma olmuştur. Alçalmada en önemli hasar çökme ile oluşmaktadır. Svartsengi/ İzlanda sahasında 40 yılı aşkın sürdürülen izlemede 7-14 mm/yıl alçalma görülmüştür. Heber /South California sahasında 2005 yılına kadar alçalma varken sonra kabarma görülmüştür (-46 mm/yıl ve +22mm/yıl). Nedeni reenjeksiyon seviyelerinin değiştirilmesidir.
2020 yılında Aydın Alangüllü’de JES ve kuyuların bulunduğu bölgeden başlayıp, jeotermal kuyu ve boru hatlarını izleyen tarzda 1-2 metre derinliğinde, 4-5 km uzunluğunda toprak çatlak ve çökmeleri meydana geldi. Ne yazık ki Aydın Büyükşehir Belediyesi bu çatlak ve toprak göçükleri için hiç araştırma yapmadan bu olayın sebebinin çiftçilerin sulu tarım için çok fazla yeraltı suyu kullanması olduğunu açıkladı. Oysaki 2022 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi yaptığı araştırma sonucunda Alangüllü’deki toprak çatlak ve çökmelerin jeotermal kaynaklı olabileceğini açıkladı.Bazı jeotermal sahalarda sonradan yüzeyde görülen akışkan çıkışların çeşitli nedenleri olabilir; Mesela çok sığ kuyulara reenjeksiyon yapılması veya reenjeksiyon kuyularındaki hasarlar veya kuyulara çeşitli nedenlerle yüksek basınç uygulanması, sık sık asit yapılması vs gibi nedenler olabilir. 2021 yılında Sarayköy Tekkehamam’da jeotermal akışkanlar günlerce bu sebeplere bağlı olarak toprak yüzeyinden tarım arazilerinin içine aktı. 2022 yılında Alangüllü’de jeotermal kuyulara yakın mesafede bulunan 20-30 metre derinlikteki artezyen kuyulardan sıcak sular gelmeye başladı. Bu artezyen kuyularından alınan su numunelerinde Bor 4,21-7,73mg/L, EC 1360-1860 μS/cm seviyelerinde ölçüldü. Jeotermal enerji işletmeciliği sırasında akışkan çekilmesi ve reenjeksiyonu sonucu ayrıca mikrodepremler, radyasyon salınımı, termal ısı artışı, gürültü ve görüntü kirliliği de olabilmektedir. Jeotermal enerji işletmeciliği ne kadarda temiz, yenilenebilir, sürdürülebilir, yerli doğal kaynak olarak lanse edilse de Aydın ili uygulamaları bunun böyle olmadığını göstermektedir. Türkiye’de JES’ler gerekli tüm önemler alınmadan, denetimler yapılmadan ve sonuçlar şeffaf olarak açıklanmadan kurulmakta, faaliyet göstermektedir. Özellikle reenjeksiyon kuyuları denetlenmelidir. Dünya örnekleri göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’de bütün reenjeksiyon kuyularının yüzde 100 sağlam olması mümkün değildir.
Yapılan araştırma sonuçlarına bakıldığında akışkanları mutlaka yer altı sularına karışan veya istenildiği yere akışkanı basılamayan kuyuların olduğu görülmektedir. Bu nedenle JES’lerin mutlaka periyodik olarak kontrol edilmeleri gereklidir. Batı dünyasında, reenjeksiyon kuyuları en az 5 yılda bir (şüpheli görülenler yılda bir) teste tabi tutulurlar. Testten geçemeyenler tamir edilir, tamiri mümkün olmayanlara kuralına göre terk işlemi uygulanır. Yurdumuzda sıfır araçların bile baştan 3 yıl, sonradan 2 yılda bir muayeneden geçirilmesini isteyen devletimizin, dünya örneklerine göre yeraltı sularında kirlilik yaptığı ortaya konulan JES’lerden bu konuda bir talebinin olmaması anlaşılır gibi değildir. O nedenle Türkiye’de JES işletmeciliği, akışkan çıkarılması ve reenjeksiyonu ile ilgili acilen gerekli yasal düzenleme çıkarılmalı ve denetime başlanmalıdır.