Hz. İbrahim’in uzun yıllar çocuğu olmamıştı.
İçi Allah sevgisiyle dopdolu idi.
Allah sevgisinin yerini hiçbir şey alamazdı; alamazdı, ama neslini devam ettirme arzusu, beşer sıfatı taşıyan herkeste olduğu gibi onda da vardı.
Bu duygular içinde Hz. İbrahim bir gün ellerini yüce dergâha açarak:
‘Ya Rabbî, salih evlatlar lütfeyle bana.’ diye dua etti.
Bu dua kabul gördü ve İsmail doğdu.
Daha sonra Hz. İbrahim, hanımıyla oğlu İsmail’i, ekin bitmez, ziraate elverişsiz bir vadiye bırakmak zorunda kaldı.
İsmail orada büyüyüp gelişmeye başladı.
Annesiyle beraber bırakılan çocuk büyümüş ve koşup oynayacak yaşa gelmişti.
Bu devre bir baba için çocuğun en çok sevilebileceği yaştı.
Hz. İbrahim bir rüya görmüştü; rüyasında kendisini oğlu İsmail’i boğazlama girişiminde bulunurken görüyordu.
Pek ehemmiyet vermedi önce. Sonra bu rüyalar devam etti. Sonunda anladı ki, bu İlahi bir işarettir.
Hz. İbrahim hanımına rüyasını ve niyetini anlatmadan, sadece oğluyla dağa gideceklerini söyledi. O da bir panayıra gidiyormuş gibi güzelce giydirdi ve babasıyla beraber yola koydu.
Oğlunu alıp kurban edeceği yere götürmek üzere yola çıktığı zaman şeytan durumu anlamıştı.
Hz. İbrahim yine tam bir teslimiyet içinde Allah’ın emrini yerine getirecekti.
Onu kandıramazdı artık, çünkü daha önce denemişti.
Bir şefkat timsali olan annenin yanına koştu.
Ancak şefkati ne kadar çok olursa olsun, o Hz. İbrahim’i tanıyordu.
O yanlış bir şey yapmazdı.
Zaten Hz. İbrahim’den teslimiyet ne demektir tam manasıyla öğrenmişti. Annenin yanından da yüzgeri edildi.
Şeytan Son çare olarak kurbanlık İsmail kalmıştı.
Ona da gitti. Ancak Hz. İsmail şeytanı kovmakla kalmadı, aynı zamanda onu taşladı da.
Bugün hacılar şeytan taşlarken Hz. İsmail, babası ve annesinin işte bu hatırasını canlandırıyorlar.
Hz. İbrahim oğlunu kurban etmek üzere yoluna devam ediyordu. Bu İlahi bir emirdi, yapacaktı.
Ancak içini bir endişe kaplamıştı.
Endişesi oğlundan yanaydı. Acaba oğlu ne derdi bu emre? İsyan mı ederdi? Kaçar mıydı?
Endişesi boşa çıkmıştı.
Zira konuyu açtığında oğlunun cevabı şu olmuştu:
–Babacığım! Hiç çekinme, Allah tarafından sana ne emrediliyorsa onu yap. İnşallah benim de sabırlı ve dayanıklı olduğumu göreceksin.”
Her şey tamamdı kurban merasimi için.
Oğlunu şakağı üzerine yatırdı. Kesmek üzere bıçağı çıkardı. Ancak olanlar onu çok şaşırtmıştı. O kadar bileyip, ağzını keskinleştirdiği bıçak kesmiyordu.
Zira ateşe “İbrahim’e karşı serin ve selametli ol.” diyen Allah, bıçağa kesmemesini emretmişti.
Tam teslimiyet içindeki Hz. İbrahim’e bir nida geldi:
–“Rüyanın gereğini yerine getirdin.”
Zaten ondan istenen de oğlunu kurban etmekten ziyade kendisine dünyaya geliş sebebini unutturacak her şeyi, bu canından bir parça olan oğlu bile olsa feda edebileceğini ispat etme ve Allah’a karşı görevlerini her türlü şart altında yerine getirebileceğini göstermesiydi.
Kur’an’ın ifadesiyle bu gerçekten ağır bir imtihandı.
Kazanıldıktan sonra imtihanın ne kadar zor ve ağır olduğunun ne ehemmiyeti olabilir ki!
İmtihan kazanılmış ve sonrasına bir Vacip olarak kalacak olan Allah tarafından gönderilen büyük ve gösterişli bir koç kurban edilmek üzere gönderilmişti.
O gün bu gündür hali vakti yerinde olanların kurban kesmesi, çevresine ikram etmesi Dini bir vecibe oldu.
ALLAH C.C hepimize;
Kurban Bayramı münasebetiyle kurbetini, (kendisine yakınlaşmayı)
Dünyada iman Saadet’ini,
Ölmeden önce Şehadetini,
Peygamberimizin şefâatini,
Âhirette Cennetini,
Öldükten sonra Mağfiretini,
Nasip eylesin...
Cumanız, Kurban Bayramınız mübarek olsun.