Puslu bir Şubat sabahıydı. 18 Şubat 1998. Denizli-Çal İlçesi, Denizler Kasabası ilkokulu'nda fotoğraf çekimi için yola çıktım sabah 08.00 gibi. Akşamdan yağmurlu idi hava. O zaman yollar, şimdiki gibi bölünmüş yol değildi. Hatta yol demek için bile şahit isterdi. Akşamdan yağmur yağdı mı mutlaka yollar delik deşik olur, çukurlara su dolardı. 18 Şubat 1998 sabahı da öyle idi, akşamdan yağmur yağmıştı, yollarda su dolu çukurlar mevcuttu. Hava da puslu idi. Saat 08.30 gibi Denizli sınırını yeni geçmiştim, hemen peşinden Buharkent Birlik yolcu minibüsünü sollamıştım. Denizli sınırları içinde ilk viraj, tatlı bir viraj vardı. İşte orada önümde su dolu bir çukur belirdi bir anda, neredeyse küçük bir masa büyüklüğünde. Altımdaki araç henüz 25 gündür bendeydi. Lastiklerin durumunu tam bilemiyordum. "Haydi çukura girip, lastiklere zarar vermeyeyim" dedim. Kırdım direksiyonu, aynı anda direksiyon hakimiyetini kaybettim. Oysa çok süratli değildim. Sanırım 85 km/h süratle gidiyordum. Hakimiyeti kaybedince ben gözlerimi kapatmışım, direksiyona sımsıkı sarılmışım. Macera filmleri gibi araçla takla atıyorum durmadan. Bir taraftan düşünüyorum; "Bu tangırtı, tungurtu biter mi, buradan sağ çıkar mıyım.?" Her neyse 5-6 takladan sonra araç benden tarafa yolun sağında giderken sol tarafa yan gelip yattı. Henüz bir dakika önce sollamış olduğum Buharkent Birlik Minibüsü yolcuları ve şoförü Allah razı olsun hemen yardıma koştular. Onlar söylediler 7 takla atmıştım Ford Taunus araçla. Araç pert olmuştu, ancak Allah korumuştu beni. Burnum bile kanamadan çıkmıştım araçtan yolcuların yardımıyla. Aziz Türk Milleti'nin asaletiyle ilk orada tanışmıştım. Hiç tanımadığım insanlar bir şeye ihtiyacım olup olmadığını,hastaneye gitmem gerektiğini, götürmek istediklerini söylüyorlardı. Ama ben teşekkür edip, hastaneye gitmemi gerektirecek bir durum olmadığını söylüyordum ve yardım tekliflerini kibarca red ediyordum. İşte biz böyle Asil bir milletin mensubuyduk. Sanırım aynı yıllardı. Nazilli'nin güzide okullarından birinden davet almıştım fotoğraf için. Ahmet Yesevi İlköğretim Okulu 1/B Sınıf Öğretmeni görüşmek istemişti benimle. Okuma Bayramı yapacaklarını, çocuklara güzel birer hediye vermek istediklerini anlatıyordu Sınıf Öğretmeni Hanımefendi. Bu arada bir kız öğrenci elinde yarım simiti uzatıyordu bana. "Hocam bu ne yapmak istiyor?" diye sordum, Hocam'da "Simidin yarısını yemiş kalanı size ikram ediyor." dedi. 6-7 yaşlarında İlkokul birinci sınıf öğrencisi bir çocuk ben gitmeden önce yarısını yediği simidin kalanını bana ikram etmek istiyordu. Bu çocuğu yetiştiren anne babayı, bu çocuğu yetiştiren öğretmeni kutlamak gerekirdi. Aziz Türk Milleti'nin asaleti ile ikinci kez karşılaşıyordum. Sanırım bundan 7-8 sene önce sanırım bir yaz günü idi. Okullarda fotoğraf çekmek için Ödemiş taraflarına gidiyordum. Beydağı'nı geçtikten sonra Ödemiş'e varmadan asfalt yolun özellikle sağ tarafında yoğun köy yolları vardı. Köy okuluna gitmek için sağ taraftaki yollardan birine girdim, hemen girişte 19 yaşlarında bir delikanlı bindi aracıma 1-2 km gittikten sonra indi. İndi ama beni bırakmadı, "Abi bekle 5 dakika" dedi. Erik topluyormuş orada yol kenarında. Gitti 10 dakika sonra siyah poşet içinde 5-6 kg. erikle geldi. Parasını almadı. Allah razı olsun. Ben onun için özel bir yola gitmemiştim, sadece o benim yolumun üzerinde gidiyordu ve aracıma almıştım 1-2 km. Hayatımdan aklıma ilk gelen 3 kesit. Asil Türk Milleti ile ilgili. Mensubu olmaktan onur duyduğum Asil Türk Milleti'ni çoğunlukla böyle güzel insanlar oluşturuyordu. Bu bağlamda MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli'nin yüzde 15 ekmek zammı ile birlikte ortaya koymuş olduğu "Askıda Ekmek" projesini desteklememek mümkün değil. Ancak insanın asıl garibine giden şey, bir ülkenin trilyon dolarlık, katrilyon dolarlık servetine karşılık, üretimin ve paylaşımın adil olmaması sonucu insanlarının kuru ekmeğe muhtaç hale gelebilmesi idi. Ve birde güya yüzde 99'u Müslüman bir ülkede halkın yüzde 90'ının fakirlik içinde yüzmesi idi. Bu nüfusun yüzde 99'u gerçekten Müslüman olsa, gerçekten Müslüman olmanın gereklerini yerine getirse bu ülkede fakirin ne işi vardı. Her işte olduğu gibi çoğunlukla Müslümanlığımız da sahte maalesef. Daha doğrusu bizimki Gösteriş Müslümanlığı, bizi Camide görsünler, bizi Hac'da görsünler. İsmimizin önüne "Hacı" lakabı koysunlar. Oysa tüm hacılarımızın Hacca giderek bol bol para kazandırdığı Suudi Arabistan, 40 yıldır 50 bin insanımızın canını katleden PKK destekçisi İsrail ve ABD ile bize karşı işbirliği yapıyor, onlarla alış veriş yapıyor. Daha 1-2 ay önce Suudiler, ABD ile 100 milyar dolarlık silah anlaşması yaptılar. Ne yapıyor Suudi Arabistan aldığı silahları yine İslam ülkelerine karşı kullanıyor. Bizde Suudi Kralı öldü diye devlet olarak yas ilan ediyoruz. Neticede nereden baksanız dökülüyoruz Arkadaşlar. Her şeyin temelinde İnsan olmak yatıyor. "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Oysa sadece bir tek hadisini yerine getirebilsek en güçlü biz olacağız ama tabii inançlar samimi olmayınca, icraatlarda yetersiz kalıyor. Ne demiş Peygamber Efendimiz; "Birlikte Rahmet, ayrılıkta azap vardır." demiş. Ne demek bu, benim anladığım Türkiye, İran, Irak, Suriye bir araya gelse ekonomik ve siyasi işbirliği yapmayı becerebilse hem Peygamber Efendimizin Hadisi yerine gelecek, hem de Ata Sözü işlerlik kazanacak. Peki ne diyor Ata Sözü, "Bir elin nesi var, iki elin sesi var." Oysa bir de yaradanın Ayeti Kerimesi var. "İnsanları ve Cinleri ancak ve ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." buyuruyor Yüce Allah. Allah'a kul olmak sadece ibadet mi Arkadaşlar.?" Elhamdülillah Müslümanım" diyenlere sesleniyorum, lütfen biraz samimiyet. Dininizi okuyarak kaynağından öğreniniz, kulaktan dolma bilgilerle Müslümanlık olmuyor. Ne demişler, "Söylenecek söz çokta, ceremeye verecek para yok." Yazmakla bitecek gibi değil ki. Selam ve Saygılarımla...