Korona Virüsü haberleri ile yatıp, aynı haberlerle kalktığımız şu günlerde zengin ve yakışıklı bir aristokrat olduğum için şükrettim.
Herkes birlik ve beraberliğimizden bahsediyor ama bence kesinlikle bu günlerde birlik ve beraberliğe ihtiyacımız yok. Hatta kimse kimseyle muhatap olmasın.
Ben mesela özellikle fakirlerle komple kestim selamı sabahı.
Dengim olan zenginlerle de şöyle üstün körü uzaktan merhabalaşıyorum o kadar.
*
Zengin ve yakışıklı bir aristokrat olduğum için de kolonya yerine parfüm sıkıyorum ellerime.
Yarın bir gün Mahkeme-i Kübra’da limon kolonyasıyla huzura çıksam acayip acayip adamların yanına yollarlar beni. Ama Giorgio Armani – Acqua Di Gio’yla gidersem öbür tarafa kesin Bar Refaeli’yle aynı cennete giderim.
*
Hangi cennete gideceğimi hesaplarken merkezi Ankara’da bulunan Kültür Sanat Muhabirleri Derneği Başkanı İbrahim Gökdemir aradı ve “Medya Kültür Sanat ve Turizm Buluşmaları” adı altında başlattıkları proje için Ankara’ya davet etti.
Hedef Gazetesi Muhabiri Türker Kocakahya ile birlikte gitmeye karar verdik.
*
Sabah saat 05.00’de uyanıp yola çıktık.
İzmir havaalanına geldiğimizde üç tane maske takmayan Çinli gördük.
Türker’e, “Bak ben aristokratım ama sen dikkatli ol. Şunlardan uzak durmaya bakalım” dedim.
Türker zaten hazırlıklı gelmiş hemen maskesini taktı.
Uçağa binene kadar da Çinlilerden uzak durduk.
100 koltuklu uçakta üç Çinli tam önümüzdeki koltuklara oturunca tekrar Türker’e döndüm ve, “Şuan ölümle dans ediyoruz” dedim.
*
Stresli bir yolculuktan sonra Gri Kent diye bilinen Ankara’ya indik.
Kalacağımız misafirhaneye gittik ve dinlendik.
Şanlıurfa, Bartın, Kastamonu ve Gaziantep gibi toplam 30 ilden gelen gazeteci meslektaşlarımızla tanıştık.
Şimdi müze olan Ulucanlar Cezaevi’nde ki toplantı salonunda Türk Halk Müziği dinletisi eşliğinde, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Özgül Özkan Yavuz’un katılımlarıyla akşam yemeğimizi yedik.
*
Sayın Yavuz, Bakanlık olarak yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi verdi ve bu yılın ‘Patara Yılı olarak ilan edildiğini hatırlatarak, “Likya'nın ana liman şehri olan Patara sahip olduğu özellikler ile ülkemizin tanıtımında önemli bir rol üstlenecek. Aynı zamanda 2020 yılı Bakanlığımızca 'Türk Mutfağı Konsept Yılı' olarak belirlendi. 'UNESCO Yaratıcı Kentler Ağı'na girmeyi hak kazanan üç gastronomi şehrimiz Gaziantep, Hatay ve Afyonkarahisar'da düzenlenen uluslararası festivallerle çok sayıda yerli ve uluslararası ziyaretçileri ağırlamayı planlıyoruz" dedi.
*
Gecenin devamında Ankara Kültür ve Turizm İl Müdürü Kamil Özer, Ankara’nın gezilmesi gereken turistik yerleri hakkında kapsamlı bir sunum yaptı.
*
Ertesi gün yine erkenden başladı program.
Röpteşambırımı yanıma almadığım ve taze sıkılmış portakal suyu ile kahvaltı yapamadığım için biraz mutsuz olsam da Ulus semtinde kolonya sırası bekleyen fakirlere bakıp eğlendim.
Milattan Önce 2’nci yüzyıl başında Galatların Ankara'ya yerleşmeleri sırasında bile var olduğu bilinen ve Roma, Bizans, Selçuklu ile Osmanlı dönemlerinde varlığını sürdüren Ankara Kalesi’ne geldiğimizde büyülendim.
Türkpusat Geleneksel Savaş Pusatları Müzesi ve Ankara Kalesi’ni gezip bu zamana kadar bilmediğim birçok şeyi öğrenme fırsatım oldu.
*
Sonrasında yine buram buram tarih kokan ve gerçekten iyi korunduğunu gözlemlediğim Roma Hamamı Açık Hava Müzesi ve Ören Yeri’ne gittik.
Roma Hamamı, Ulus Semti Çankırı Caddesi’nin batısında 2.5 metre yüksekliğinde bir platonun üstünde yer alıyor.
Höyük üzerinde yer alan hamamda 1938 yılında yapılan kazılarda Frig, Roma ve Bizans katları bulunmuş, kısmen de Selçuklu ve Osmanlı izlerine rastlanmış.
*
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının ziyarete müsait olmamasından dolayı 1923 yılında mimar Vedat Tek tarafından tasarlanan, inşa edilen ve 18 Ekim 1924 tarihinde hizmete açılan İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi binası sonraki durağımız oldu.
1924-1960 yılları arasında Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve inkılaplarının gerçekleştirildiği, Cumhuriyetimizin gelişmesi için çok önemli çağdaş kararların alındığı, çağdaş yasaların çıkarıldığı, uluslararası alanda Türkiye'nin etkinliğini ve saygınlığını artıran antlaşmaların yapıldığı, çok partili sisteme geçişin sağlandığı tarihi binayı gezdik.
Mustafa Kemal Atatürk’ün özel eşyalarının yanı sıra İsmet İnönü ve Celal Bayar’ın da mecliste kullandıkları özel eşyaları gördük.
O dönemde devlet adamlarının nasıl bir zarafet içinde olduklarını mutlaka gidip görmelisiniz.
*
Sergilenen eşyalar arasında beni en çok duygulandıran bir top kumaş oldu.
*
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikanın temelleri 25 Ağustos 1935’te atıldı. Yapımı 18 ayda tamamlandı ve 9 Ekim 1937’de açıldı.
Bina ve makineler dahil 8 milyon liraya mal oldu.
Sosyalist ülkeler de dahil, dünyada görülmemiş bir ‘sosyal’ niteliğe sahip olan fabrikada 700 kişilik sinema ve tiyatro salonu vardı.
Düşünün 1937 yılında 12 bin kişinin yaşadığı Nazilli'de, bu fabrika bünyesinde 700 kişilik bir sinema salonu.
Fabrikanın bir radyosu vardı.
Halkı her konuda bilinçlendirmeye çalışan Sümer Halkevi vardı.
Müzik grubu vardı.
Futbol, basketbol, atletizm, voleybol, bisiklet, güreş, yüzme, boks takımları vardı.
Okulu, kreşi, hastanesi, fırını vardı.
Lojman ve özel treni vardı.
14 Kasım 2002 Özelleştirme İdaresi’nce bedelsiz olarak Adnan Menderes Üniversitesi’ne devredilerek yok edilen bu fabrikada üretilen ilk kumaş ile fabrikanın açılış haberinin manşetten verildiği Ulus Gazetesi 2’nci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Mustafa Kemal Atatürk’e ait bölümde sergileniyordu.
*
Duygulanmamak ne mümkün.
*
Daha sonra Ankara Ticaret Odası Duatepe Salonu’na geçtik ve ATO Başkanı Gürsel Baran’ın da katıldığı öğle yemeğimizi yedik. Burada da Başkan Baran Ankara'nın genel yapısı hakkında bilgiler verdi.
*
Ayaş’ta kısa bir molanın ardından şimdi Ankara Büyükşehir Belediye başkanı olan Mansur Yavaş’ın talihini değiştirdiği ve binlerce turisti ağırlayan Beypazarı İlçesi’ne vardık.
*
Beypazarı Maden Suyu’nun çıktığı kaynağın üzerine kurulmuş fabrikada doğal maden suyumuzu yudumlarken, günde 6 milyon şişe suyun dünyaya ulaştırıldığını öğrendik.
Gümüşü, bakırı, demiri, deriyi, ipeği işleyen Beypazarı halkının yaşamına ortak olduk.
Tarihi konakları gezdik.
Telkari, dokumacılık, yemenicilik, bindallı, el İşlemeleri, dövme bakırcılık, demircilik, semercilik ve saraçlık mesleklerinin halen yaşatıldığına şahit olduk. İnözü Vadisi’ni gezdik.
*
Tarihi konaklardan birini gezerken lise mezunu olduğunu öğrendiğim Asiye Aydınoğlu bize bir sunum yaptı.
Konaktaki her ayrıntı hakkında bilgi veren Asiye abla bir şaman geleneği olan kurşun dökmeden de bahsetti.
Türker’e döndüm ve “Olm bak yakışıklı ve zengin bir aristokrat olmama rağmen şansım hiç yaver gitmiyor. Ben bi kurşun döktüreyim” dedim.
Asiye abla bi kurşun döktü.
Merak eden varsa özellikle gösteririm ne göz, ne söz varmış arkadaş üstümde.
Kadıncağız bile şaşırdı.
Gözü olanın gözü çıksın, arkamdan söz söyleyenler de neremle muhatap olacaklarını bilenler zaten.
*
Taş Mektep Konağı’nda yediğimiz yöresel yemek programına Beypazarı Belediye Başkanı Tuncer Kaplan’da eşlik etti.
Sarma ile tandıra bayıldım.
*
Yüzlerce kez gittiğim ama Gri Kent diye bildiğim Başkent Ankara’nın rengarenk olduğunu öğrenmiş oldum.
Kültür ve Sanat Muhabirleri Derneği’nin kıymetli Başkanı İbrahim Gökdemir başta olmak üzere projede emeği geçen herkese ayrıca bu kut’lu toprakları bize vatan eden Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına teşekkür ederim.
EN ÇOK GÜLDÜĞÜM
Korona virüsü ülkemize geldiğine bin pişman oldu. Çünkü hiçbir ülkede bu kadar dalga konusu olmadı.
Bütün ülke espri yeteneğimizi ortaya çıkarıp inanılmaz geyik çevirdik.
En çok güldüğümü sizlerle paylaşayım istedim.
*
Mutlu bir adamın itirafı:
“Korona virüsü hayatımda şimdiye kadar olan en iyi şey. Karım artık seyahat etmek istemiyor. Artık hiçbir şey satın almıyor çünkü her şey Çin’den geliyor. Artık kalabalığa girmemek için alışveriş merkezine gitmiyor. Tüm zamanını ağzı kapalı bir maske içinde geçiriyor. Bu bir virüs değil, bu bir nimet”
İMZA ATARIM
Almanya’da virüs paniği varken un, şeker, yağ, peçete ve tuvalet kağıdı fiyatları artmadı.
Üstelik stokları tükenmesine ve aşırı talep olmasına rağmen.
*
Jonas Salk, çocuk felci aşısını buldu.
Patentine para istemeyip insanlığa armağan etti.
*
Gavur Jonas Salk, paradan önce insanlığı düşündü.
Gavur Alman esnafı paradan önce sağlığı düşündü.
Yüzde 90’ı Müslüman olan ülkemizde ise önce maske fiyatları sonra da başta kolonya fiyatları olmak üzere birçok ürün fırsatçılar tarafından fahiş fiyata satıldı.
*
Biz bu filmi deprem sonrası suyun bile fahiş fiyatla satıldığı günlerde gördük.
Deprem sonrası evlerin kirasının üç katına çıktığında gördük.
Patlama alanından uzaklaşmaya çalışanlara taksicilerin atmaya çalıştıkları kazıkta gördük.
*
Bütün bu yaşananlara karşı duygularımızı Show Tv Ana Haber Bülteni’ni sunan Ece Üner, “Namuslu esnafa hiçbir lafımız sözümüz yok. Ama Virüs mü, fırsatçılar mı daha hızlı yayılıyor, bilemedik. Koronavirüs geliyor maske fiyatı 5 katına çıkıyor. Dezenfektan fiyatları katlanıyor. Makarna 3 katına çıkıyor. Deprem oluyor ev sahipleri kirayı 3 kat artırıyor. Sorsan hepimiz Müslümanız. Ama gel gör ki, namaz 5 vakit, ahlak 24 saat farz” diyerek özetledi.
*
Anında bir linç kampanyası başlatıldı ve ülkenin önemli yayın kuruluşlarında görev yapan ‘gazeteciler’ Ece Üner’i eleştirdi.
Ece Üner yine en güzel cevabı verdi ve:
“Gün değişir, hakikat değişmez. Günün değil, hakikatin adamı olun” dedi.
İşte ben de tüm bu sözlerin altına imzamı atarım.
“HER OKUDUĞUMDA GÖZLERİM YAŞARIYOR”
İstiklal Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy’u anmak için Nazilli’de bulunan Bilsem Okulları’nda geçtiğimiz hafta bir yarışma düzenlendi.
Resim, Şiir ve Mektup kategorilerinde düzenlenen yarışmada ilkokul öğrencileri duygu ve düşüncelerini resme, şiire ve mektuba sığdırmaya çalıştı.
Her yarışmada olduğu gibi bu yarışmada da dereceye giren öğrenciler oldu haliyle.
Bu öğrencilerden biri de 2’nci Sınıf Öğrencisi Azra Çakmakçı.
Azra, Mektup kategorisinde birinci oldu.
*
Kendi küçük, yüreği büyük Azra, İstiklal Marşı’mızın yazarı Mehmet Akif Ersoy’a yazdığı mektuba, “Her okuduğumda gözlerim yaşarıyor” diye başlıyor.
“Mehmet Amca, bazı cümlelerini anlamıyorum. Aileme soruyorum orda nelerden bahsettiğini. Başıma oturup neyi ne için söylediğini anlatıyorlar bana uzun uzun. Şimdi anlıyorum senin demek istediğini. Şehidimin son örtüsü derken neyi kastettiğini ya da nazlı hilalin çehresini. Senin hikayeni dinliyorum onlardan” diye devam ediyor.
*
Azra Çakmakçı mektubunun son bölümünde, “Biliyor musun Mehmet amca? Biz her Pazartesi senin marşını okuyoruz ve hep okuyacağız” diye yazmış.
*
Bu memlekette Azra gibi, onları yetiştiren aileleri gibi, öğretmenleri gibi vatana aşık insanlar olduğu sürece tüm hainlikler, tüm kumpaslar ve tuzaklar bir bir yok olmaya mahkumdur.
Vatana aşık insanlar olduğu sürece, Allah bir daha bu milleti İstiklal Marşı yazmaya mecbur bırakmayacaktır. 256*4=1024
Korona virüsü nedeniyle özellikle yurt dışı seyahatlerine kısıtlama getirildi.
Başından sonuna kadar desteklediğim bir durum.
Yurt dışından gelen vatandaşlarımıza da 14 gün karantina uygulanması tavsiye ediliyor.
Umreden dönen 21 bin vatandaşımız için bazı bölgelerde öğrenci yurtları boşaltıldı ve yurtlara umreden dönen vatandaşlarımız yerleştirildi.
Yurtların öğrencilere haber bile verilmeden boşaltılması, öğrencilerin bir anda sokakta kalması gibi acemice uygulamalar yapılması tartışılır ancak bu durum karantinanın doğru olduğu gerçeğini değiştirmez.
*
Öte yandan Aydın’dan da 256 vatandaşımız umreye gitmişti.
Döndüklerinde herhangi bir teste tabi tutulmayıp, karantinaya alınmadan evlerine yollandığını öğrendik.
*
Umreden dönen vatandaşlarla evden çıkmama sözleşmesi yapıldığı bilgisi de var ancak bu vatandaş evden çıkmayarak kendine karantina uygulasa bile yakınları evden çıkıyor.
Tüm dünyada belki de en iyi önlemleri alan Türkiye Cumhuriyeti, böyle acemilik yapan yöneticiler yüzünden virüsün yayılmasına engel olamazsa ne olacak?
*
Şuan 256 Aydınlı evlerinde kendilerine karantina uygulasa bile illaki temas ettikleri yakınları Aydın’ın sokaklarında dolaşacaklar.
Kabaca ailede bulunan 4 kişi ile temas etseler virüsten etkilenmesi muhtemel bin 24 kişinin ne kadar tehlikeli olabileceklerini düşünmek zorundayız.
KEYFİN YENİ ADRESİ: NAZ-I ŞERİF
Nazilli’nin Dallıca Mahallesi’nde, Emniyet Müdürlüğü’nün arka kısmına denk gelen bir noktada geniş, yemyeşil bir bahçe ve turuncuya yakın boyasıyla dikkat çeken bir ev.
İki kuzen Ebru Kınalı ve Dilara Çetinkaya işte bu alanda bir hayallerini gerçekleştirdi.
*
Yeni mekanlar keşfetmeye bayılan biri olduğumdan, daha açılışı yapılmadan “Kadının elinin değdiği her yer güzeldir” mantığıyla iki kadın girişimcinin açtığı Naz-ı Şerif Kafe Restoran’ın müşterisi oldum.
El emeği börekler, sarmalar ve Nazilli’nin en doğal ürünleri ile renklendirilmiş kahvaltısının tadına açılışından önce bakma fırsatım oldu.
*
Ben Ankara’dayken de açılışı gerçekleşti.
*
Bahçesi, çocuklarınızla keyifli zaman geçireceğiniz ayrıntılarla donatılmış bu güzel mekanı hepinize tavsiye ediyorum.
Kahvaltının yanı sıra mangal keyfinizi, kutlama, düğün ve nişan gibi özel günlerinizi de burada yapabilirsiniz.
Benim gibi kılın biri keyif almışsa emin olun sizler de keyif alırsınız.
BİR KADIN
Bir kadın evlenmiş ayrılmışsa, bu onun her türlü kullanılmaya müsait olduğu anlamına gelmez.
Bir kadın evlenmiş ayrılmışsa, bu onun duygularının olmadığı anlamına da gelmez.
Bir kadın evlenmiş ayrılmışsa, sanalda macera arayan ‘abazaların’ oyuncağı olabileceği anlamına da gelmez.
Bir kadın evlenmiş ayrılmışsa, bu onun ‘anne’ olmadığı anlamına gelmez.
*
Bir kadın evlenmiş ayrılmışsa, kırıktır o.
Hayalleri yıkılmıştır.
Bir kadın evlenmiş ayrılmışsa, büyük yıkıklar üzerinden baş ederek hem annedir hem de baba.
Güçlüdür o.
*
Hiçbir kadın ayrılmak için evlenmez.
Hiçbir erkeğin de bunu yadırgayarak, kötü gözle bakma hakkı yoktur.
Boşanmış kadınlara farklı gözlerle bakan adamlara hatırlatmak gerekir.
Sizin olan bir kız çocuğu düşünün.
Evlendiğini ve sonra boşandığını düşünün.
Ve boşanmış kadınlara bakarken, o kadının da bir babanın evladı olduğunu düşünerek bakın.
Kendi evladınıza yapılmasını istemediğiniz şeyleri, başka babaların evlatlarına yapmayın. GÜNÜN FIKRASI
Yaşlı kadın oldukça fakir ama oldukça da dini bütün bir insanmış. Her sabah kapısının önüne çıkar ve bağıra bağıra dua edermiş:
“Tanrım bize verdiklerin için sana şükürler olsun” ve her seferinde de yan komşusunun sesi duyulurmuş:
“Tanrı yok kadın, tanrı yok”
Yaşlı kadın ne kadar sinirlense de yine her sabah dua edermiş. Öteki komşu da inadından her seferinde ona bağırırmış.
Bir akşam komşusu, yaşlı kadına bir oyun yapmaya kalkmış. Markete gidip bi sürü malzeme alıp torbalara doldurmuş ve yaşlı kadının kapısının önüne bırakmış.
Ertesi sabah yaşlı kadın kapıyı açıp da yiyecekleri görünce çok şaşırmış ve sevinçle bağırmış:
“Şükürler olsun tanrım. Bu gönderdiğin yiyecekler için sana şükürler olsun”
Yan komşu hemen seslenmiş:
“Tanrı yok kadın. Tanrı yok. O yiyecekleri ben aldım”
Yaşlı kadın hiç istifini bozmadan duaya devam etmiş:
“Yüce tanrım sana ne kadar şükretsem azdır. Hem bu yiyecekleri göndermişsin hem de parasını şeytana ödetmişsin”
GÜNÜN TESPİTİ
“..el sıkmayız, çünkü var korona.. zarar vermez soksam elimi orana burana..” BEN
“..hayatımda ‘yavşak’ istesem, saçımda ‘bit’ yetiştirirdim..” GÜNÜN SÖZÜ
“..deprem öldürmez, ‘çürük’ bina öldürür.. virüs dolaşmaz, ‘insan’ dolaşır..” KADINLAR ERKEKLER
“..‘evin patronu benim, bu evde her şey benden sorulur’ diyen erkeklerden uzak durun.. muhtemelen diğer konularda da ‘yalan’ söylüyorlardır..”