Kavga gürültü, anarşi olmaması kaydıyla eski Türkiye'yi özledim. O zamanlar yine paylaşmasını bilen bir toplumduk. Gerektiğinde bir simidi üç kişi paylaşıp yiyorduk ve doyuyorduk. Gerçi o zaman simitler 1.5 lira değildi şimdiki gibi, yanlış hatırlamıyorsam 25 kr. civarında idi. Sanırım bu günkü simitlerden çok büyükte değildi aynı ölçülerdi nerdeyse. ABD'nin içimizdeki Gladyo yapılanmasını kullanarak en az bir yıl ihtilal şartları oluşsun diye beklettiği ve sonunda ABD Ankara Büyükelçisinin "Bizim Çocuklar" dediği Kenan Evren ve Şürekası'nın gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 İhtilali öncesi nasıl benim güzel ülkem Dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyse, yine aynı günlere dönülsün istiyorum. Ancak kavga, gürültü ve anarşi olmaması kaydıyla. Ne günlerdi o günler, domates diktiğimizde gerçek bir domates kokusu olurdu, tohumunu alır, seneye aynı domatesi tekrar dikerdik. Şimdi domateslerde domates kokusu kalmadı, bırakın kokusunu tohumunu alıp yenisini dikemiyoruz. Zira yerli tohum kalmadı, daha çok, daha çok kazanma uğruna yerli tohumlar yerini İsrail'in genetiği değiştirilmiş tohumlarına bıraktı. Arkadaşlar anlatıyor, pazardan salatalık, patlıcan alıyorlar buzdolabında kendi kendine büyüyor. Buzdolabında büyüyor Arkadaşlar, toprakta değil. Benim garip ülkem 1980'den bugüne nereden nerelere gelmiş, düşünün 126 ülkeden 133 çeşit meyve sebze ithal eder hale gelmişiz. Bu durum benim göğsümü kabartmıyor neticede, ama geldiğimiz noktaya da ben getirmedim. Nohut (Meksika'dan), kuru fasulye (Kıgızistan'dan), kırmızı biber (KKTC'den), sarımsak (Çin'den), kırmızı et (Çek Cumhuriyeti, Fransa, Brezilya'dan), soğan (İran'dan) ithal ediliyor. Bizim Kastamonu Sarımsağına ne oldu da Çin'den ithal ediyoruz şimdi. Bunların yanında lahana, nar ve karpuz da ithal ediliyor artık. İnsan sormadan edemiyor dünyaca ünlü Diyarbakır karpuzuna ne oldu. Antep fıstığı ve fındık, kayısı, şeftali, kavun, patlıcan, bezelye, buğday, çavdar, pirinç, mercimek, ayçiçeği, elma, havuç, çay, kereviz, ceviz ve daha neler neler ithalat kapsamında arkadaşlar. O zamanlar yeraltı servetlerimiz bizimdi. Sadece Eskişehir'deki Toryum rezervinin Türkiye'nin 1000 yıllık enerji ihtiyacını karşılayacağı belirtiliyor. Demem o ki arkadaşlar Dünyanın en tehlikeli coğrafyasında yaşıyoruz. Allah korusun yarın bir savaşa karışsak çoğumuz açlıktan ölürüz. Gıda sektöründe bu kadar dışa bağımlı olmak Türk Halkının hayrına olmaz diye düşünüyorum.  Şahsi düşüncem iklimi müsait olan bölgelerde halkımız kendi yiyeceği gıdayı imkanlar ölçüsünde kendisi üretmelidir. Ancak o zaman kuru soğanı zaman zaman 7 liradan yemekten kurtuluruz. İç Anadolu'yu pek bilmem ama diğer bölgelerde özellikle Ege, Akdeniz, Marmara ve Karadeniz Bölgelerinde topraklarımız oldukça mümbit yani verimli diye biliyorum. Tabii ülkeyi yöneten iktidar lütfedip üreticiye mazot, gübre ve yem fiyatlarını düşürürse, halkımız hem eti daha ucuz,hem de diğer tarım ürünlerini daha ucuz üretebilir diye düşünüyorum. Türkiye en kısa zamanda kendi ihtiyacını kendisi karşılayabilecek konuma gelmelidir. Bu ortamı sağlamak iktidarın görevidir diye düşünüyorum. Yoksa şu ara her hangi bir savaş durumunda çok açıkta olduğumuzu düşünüyorum. Ama bilmediğimiz silolarda tahıl ambarları dolu bekletiliyorsa onu bilemem. Arkadaşlar Allah biliyor ya 1980'li yıllardan yani özelleştirmenin gündeme geldiği Özal döneminden bu yana özelleştirmeye hep karşı olmuşumdur. Ama yönetenler kararlarını vermişlerdi bir kere. Emperyalizm öyle istiyordu çünkü. Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT'ler)  Türk Devletini güçlü kılıyordu. KİT'lerin özelleştirilebilmesi için, önce yıllar boyunca teknolojik gelişmeleri engellenip, işe yaramaz adamların yönetim kurullarına doldurulması, yandaşların bedavadan hiçbir iş yapmadan her ay maaş alması ve KİT'lerin zarar ettirilmeleri gerekiyordu. Ve 1980'li yıllardan bu yana benzer politikalar uygulamaya kondu. Şahsen insanlarının birbirine karşı daha samimi olduğu, dışarıdan gıda maddelerinin ithal edilmediği, tüm limanlarının, havaalanlarının, Pekim'in, Tüpraş'ın, Telekom'un, PTT'nin, Sümerbank'ın, Etibank'ın, tüm yeraltı servetlerimizin devlete ait olduğu eski Türkiye'yi özlemediğimi söylersem yalan olur. Şimdi kalkmışlar gelişmiş Yeni Türkiye diyor birileri. İyi de Yeni Türkiye'de devletin kendisine ait ne kaldı. Takriben 20 milyon insanın devlet yardımıyla yaşadığı ülke mi Yeni Türkiye. Oysa ben canımdan çok sevdiğim Kutsal Devletimin Aziz Türk Milleti'ne balık ikram etmek yerine balık tutmasını öğretmesini beklerdim. Ki herkes ekmeğini alının teriyle kazansın, başı dik gezsin. Okyanus ötesinden delinin biri bir tweet atıyor,benim halkım bir gecede yüzde 40 fakirleşiyor bu mudur Yeni Türkiye Arkadaşlar. Oysa hiçbir şey için geç kalmış sayılmaz. Sevgili devlet büyüklerimiz gerçekten isterlerse dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olan Türkiye'yi, doğru kararlar almaları durumunda Aziz Türk Milleti'nin 81 milyon yöneticilerin yanında duracağından eminim. Ama önce yönetenlerimizin de istemesi gerekiyor. "Yok şunu yaparsak ABD şunu dermiş, bunu yaparsak AB bunu dermiş." Türk Milleti'ne vız gelir. Daha dün biz yedi düveli ülkemizden kovduk, emin olsunlar emperyalistler yarın onları ülkemizden yine kovacağız. Türkiye ve Aziz Türk Milleti isterse işe 27 Aralık 1949 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile ABD arasında oluşturulan ve Milli Eğitimimizi ABD'nin daha doğrusu CIA'nın kontrolüne terk eden Fulbrıght Eğitim Komisyonu anlaşmasını iptal ederek başlayabilir. Nasılsa Trump uluslararası anlaşmaları tek taraflı fesh etmeye alışıktır. Bir fesih kararı da Türkiye'den gitsin. Okyanus ötesinden gelip benim eğitim sistemine neden karışıyorsun kardeşim. Hatta ABD'ye inat Köy Enstitüleri'nin günümüze uyarlanmış yenilerini yeniden kurmalı. Köy Enstitüleri'nin Türkiye'yi kalkındırmasından korkan ABD maalesef kapatılmalarına sebep olmuştur. Varlığımızı borçlu olduğumuz Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk'ün eğitimle ilgili şu sözleri asla unutulmamalıdır diye düşünüyorum; "Milli Eğitim’in gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlâklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılâpçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir." Düşünelim arkadaşlar bu günkü şartlarda böyle gençler yetiştirmek mümkün mü? Hani kalkınmanın temeli eğitimdi. Dediğim gibi arkadaşlar. Sözümüz bitmedi ama maalesef yerimiz bitti şimdilik. Selam ve Saygılarımla.