DİNİ AÇIDAN ÇEVRECİLİĞİN DOĞUŞU
Metin Aydın
Çevre sorunu, günümüzde en güncel ve önemli insanlık sorunudur. Dünyamızdaki doğal dengeyi, bencilliğimiz, israfımız ve sınırsız isteklerimiz nedeniyle bozarak yeryüzünü yaşanmaz hale soktuk.
Su, hava ve toprak kirlendi. Olumsuz davranış ve sınırsız tüketim anlayışımıza paralel olarak küresel ısınmanın olumsuz etkileri nedeniyle sıkıntılar yaşamaya başladık. Anormal iklim değişiklikleri sonucu buzullar erimeye, su kaynakları kurumaya, ormanlar yok olmaya, bitki ve hayvan türleri gittikçe azalmaya başladı. Hele ozon tabakasının delinmesi, sera gazlarının etkisi, zehirli gazların atmosferi kirletmesi, asit yağmurlarının görülmesi ve bunlara bağlı olarak hastalıkların artması yeryüzündeki tüm canlıları tehdit eder hale geldi. Havadaki karbon tozları, katı parçacıklar, karbonmonoksit, kükürt dioksit, doymamış hidrokarbonlar, aldehitler ve diğer kanserojen maddeler insanlarda solunum yolları hastalıkları, nefes darlığı ve akciğer kanseri gibi değişik hastalıklara yol açmaktadır.
“Kirlilik” denilince akla ilk olarak fiziksel çevre gelmektedir. Fiziksel çevreye toplumsal çevre ve daha da önemlisi düşüncedeki kirliliği de katmak gerekir. Bunlar da bir kirliliktir. Dolayısıyla fiziksel çevrenin kirliliğini bu tür kirliliklerden bağımsız olarak düşünemeyiz. Çevre kirliliğini önlemeye yönelik her girişimin diğer tür kirlilikler dikkate alınmadıkça, yeterli sonuç vermesi mümkün değildir. Çünkü düşünce kirliliğinin olduğu bir yerde, çevre bilinci olmayacak, sonuçta da çevre kirliliğinin önemi fark bile edilmeyecektir. Herhangi bir toplumsal olay veya sorun, eğer “değer kirliliği” kavramı ile birlikte ele alınmazsa, sonuca gidilmesi zorlaşacaktır. Dolayısıyla çevre kirliliği ile savaşmak için çok boyutlu bir bakış açısına sahip olmamız gerekmektedir. Bunun için de, kirlettiğimiz çevrelerle samimi bir şekilde yüzleşmek daha da önemlisi öncelikle kendimizle hesaplaşmak zorundayız. Çünkü çevre ve ekoloji sorunu aynı zamanda bir ahlâk sorunudur. Geleneksel batı düşüncesi Descartes’in “ruh” ve “beden” düşüncesi ayırımı üzerine inşa edilmiştir.
Bu ikili varlık anlayışı, batı dünyasının ilmi başarılarına zemin hazırlamıştır. Acımasız bir şekilde zihin, beden, cisim ayrışması ve çatışmasının yaşandığı parçalanmış evrende, “düşünen ve tasavvur eden özne” olarak insan, alet kullanan ve işleyen makineye dönüşürken; doğa da bir iş ve üretim atölyesi halini alır. Artık aklını yegane kılavuz edinen insan, doğada mistik değil; hesaplanabilir, formüllere aktarılabilir mekanik bir dünyanın efendisi olarak dolaşmaya başlamıştır. Doğanın cömertçe sunduğu imkanlar, bilimsel ilerlemenin, kısacası teknolojinin deney sahası olup çıkmış ve modern insanın doğaya hakim olma duygusu, nihayetinde materyalist doğa anlayışı ile birleşmiştir. Descartes tarafından başlatılan modern felsefenin daha önceki felsefelerden ayrılan temel özelliği, insanın “düşünen canlı” olarak öne çıkmasıdır. Aydınlanma Felsefesi’nden sonra bilimsel metotlarla ispat edilemeyen, gözlenemeyen ve ölçülemeyen tanrı ve ruh gibi metafizik kavramların gerçekliği tartışılmaya başlanmıştır. Batı’da positivism, bilgiyi sadece eşyanın dış görünümünün algılanması sanan bir bilim anlayışına, kuvvetlinin zayıfı ezmesine, tabiatın yağmalanmasına, “ihtiyaçların sonsuzluğu” fikrinin doğmasına, insanın insanı öldürmesine yarayacak kitlesel silah üretiminin caiz olmasına yol açtı. Bu anlayışlar içerisinde oluşan bilim-teknoloji ve ekonomik sistemler, bugün insanı içinden çıkılması zor bir çevre sorunuyla karşı karşıya getirdi. Bu anlayışın doğal bir sonucu olarak önce değerler erozyonu sonra da sınır tanımayan tüketme arzusunun kamçıladığı üretim teknolojisi ile ekolojik denge yavaş yavaş bozulma sürecine girmiştir. Daha da kötüsü batının bilim ve teknolojik üstünlüğü ele geçirmesinden sonra doğu toplumları da onu taklit etmeye başlamış ve batıdaki hastalıklar bir kat daha yıkıcı olarak doğu toplumlarına da yansımıştır. Çevrecilik esasen bir modernite eleştirisidir. Modernite çevrede ciddi tahribatlara yol açmıştır. Modernitenin manayı maddeye göre tali bir mevkiye alması, kutsalı fonksiyonsuzlaştırması, dünyayı kutsaldan arındırması, insan hayatındaki dini rengin kaldırılmasında aracılık etmesi, özelde Hıristiyanlık’tan kaynaklanan bazı sorunları tüm dinlerin kapsamına alınması, insan dışındaki varlıkları kendinde değerli saymayıp insandan dolayı değerli sayması, özgürleştirme iddiası ile yola çıktığı halde özellikle üretim-tüketim girdabına sokarak insanı bir hürriyet yanılsamasına düşürmesi, sanat, kültür ve uygarlıkları tek tip batı standartlarına uymaya zorlaması gibi karakterleri ile bir sürü küresel problemler ortaya çıkarmıştır.
Ekoloji terimi, insan ve diğer canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı olarak tarif edilir. 1972 yılında Stockholm’da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında “5 Haziran Dünya Çevre Günü” olarak kabul edilmiştir. Bugün gelişmiş ülkeler 70 binden fazla ayrı cins kimyasal madde üretmekte ve bunların kontrolsüz ve dikkatsiz kullanımıyla bütün canlıları tehdit etmekte ve birçok çevre sorununun doğmasına sebep olmaktadır. Buna bir de israf ve tüketim çılgınlığı eklenince, konu içinden çıkılmaz küresel bir problem haline gelmiş, böylece sınır tanımayan çevre sorunları bütün bir dünyayı tehdit eder bir hale gelmiştir. Kaynakların sonsuz olduğunu düşünen insan, sorumsuz ve şuursuzca davranarak kendisini tehlikeye atmış; önce psikolojik zihni çevreyi sonra sosyal çevreyi daha sonra da pek tabii olarak fiziki çevreyi bozmuştur.
Kutsal kitaplara baktığımızda hiç birinin Kur’an kadar, tabiattan ve kainattan bahsetmediği görülmektedir. Kur’an, kâinatın nasıl yaratıldığı, niçin yaratıldığı, ondaki çeşitli varlıkların yapısı hakkında çok çeşitli bilgiler verdiği gibi; insanın onunla nasıl bir irtibat ve ilişki içerisinde olması gerektiği hususunda da bilgiler vererek ona yol göstermektedir. Kur’an kendisini bir kitap olarak tanıttığı gibi, insanı ve evreni de birer kitap olarak tanıtmaktadır. Kur’an, Allah’ın insana sözlü hitabı iken, evren de Allah’ın sözsüz kitabıdır. Sözlü ve sözsüz vahiy, birbirini tamamlayan, biri diğerine işaret eden unsurlardır. Kur’an’da evrene ve ona ait parçalara sürekli göndermede bulunulmaktadır. Çeşitli ayetlerde, insanın yakın çevresine ve uzak çevresine dikkatini çekmekte ve onlar hakkında, düşünmesini ve ibret almasını ve aynı zamanda kendisine emanet edilen tabiatın korunmasını istemektedir. Kur’an’da, çevreyle ilgili meselelerde yol gösteren ve çevreye nasıl muamele edeceğimizi öğreten yaklaşık 500 ayet vardır. İslam insanlığın maddi ve manevi esenliği arasında bir ayırım yapmaz. İnsanlık ve ekolojiyi ele alırken indirgemeci bir yaklaşım yapılmamalı. Çünkü tabiatla barışık olmak manevi alanda barışık olmaya bağlıdır. Burada manevi alanda ortaya çıkan kaosun tabiatla da barışık olmamaya yol açacağını Hz. peygamber şöyle ifade eder: “Günahkar bir kul öldüğü zaman insanlar, ülkeler, ağaçlar, hayvanlar ondan rahat ederler”.
Onun eziyetinden kurtulurlar.
Yorumlar
Trend Haberler
Aydın’a yılın ilk karı yağdı
Aydın'da acı ölüm: Hız tutkusu sonu oldu
Nazilli’de okul yangını: Gece başlayıp sabaha kadar cayır cayır yandı
Genç mühendis kansere yenildi
Aydın'da feci kaza! 27 yaşında hayatını kaybetti
Aydın’da feci ölüm: Süt sağarken akıma kapılarak can verdi